ERSİN TEK/YAZDI
Yazar Ersin Tek 'Bir Kurşunla Sonlanan Hayaller' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.
ERSİN TEK'İN YENİ YAZISI ŞÖYLE:
“Çocukken geleceği hayal ederdik. Kimi zaman bir doktor, kimi zaman bir öğretmen ya da bir ressam olurduk düşlerimizde. Ama bir İsrail kurşunu, bizim “krallığımızı” elimizden aldı.
Ben ve kız kardeşim Malek, saatlerce oturup gelecek üzerine konuşurduk. Her zaman doktor olacağını, beyaz önlüğüyle insanlara umut vereceğini söylerdi. Bense alaycı bir gülümsemeyle, “Sen ki kan görmekten korkarsın, nasıl cerrah olacaksın?” diye takılırdım. Gülerek, “Bir gün senden daha cesur olduğumu göreceksin,” derdi.
Gazze’de yaşam, tüm zorluklarına rağmen içinde bir umut taşıyordu. Eğer çok çalışırsak, bu dikenli tellerin ötesinde bir hayat kurabileceğimize inanırdık. Ama o umut da tıpkı burada büyüyen binlerce çocuğun umudu gibi, gerçeğin karanlık yüzüyle çok erken yüzleşti.
O gün her şey değişti.
Gökyüzü uçak sesleriyle yankılanıyordu. Evdeydik. Malek, bahçeli ve dumansız bir evin resmini çiziyordu. Ardından ani bir patlama… Bu kez ses çok yakındı. Babam “Masanın altına girin!” diye bağırdı. Ama biz yetişemedik. Camlar kırıldı, her yer tozla doldu. Yere düştüğümde Malek’i gördüm. Kan, bacaklarından fışkırıyordu. Nereden geldiğini bilemediğimiz bir kurşun, onu vurmuştu.
Gözleri açıktı ama beni göremiyordu. Ben çığlık attım, annem ağladı, babam çaresizce kanamayı durdurmaya çalıştı. Ama Gazze'nin ortasında ne zamanında gelen bir ambulans, ne de onu kurtaracak bir hastane vardı. Malek, oracıkta, kollarımızda son nefesini verdi.
Sonradan öğrendik. Uzaklardan bir İsrail askeri ateş etmişti. Neden? Bilmiyoruz. Elinde boya kalemlerinden başka bir şey olmayan on iki yaşındaki bir çocuk nasıl bir tehdit oluşturabilirdi? Bu soru da diğerleri gibi cevapsız kaldı. Sanki burada hayatlarımızın bir anlamı yokmuş gibi.
Her gözümü kapattığımda o eski “krallığımızı” görüyorum. Sadece o son anı değil… Gülüşlerimizi, uzaklara dair kurduğumuz hayalleri, bir gün buradan birlikte gideceğimizi düşündüğümüz o sade ama büyük düşleri...
Ama artık o hayaller yalnızca zihnimde yaşıyor.
Malek, sadece bir çocuk değildi. O, Filistin’de her gün kurşunlarla, bombalarla parçalanan binlerce rüyanın biriydi. Her gün aileler, bir gecede her şeylerini kaybediyor. Malek gibi binlerce çocuk öldü. Ama onlar bizim için birer sayı değil. Her biri bir hayat, bir umut, bir gelecek demekti.
Şimdi yaşlandım. Ama hâlâ geleceği düşünemiyorum. Ne zaman denesem, o kurşunun sesi yankılanıyor içimde. Dünya sadece izliyor. Ve sanki hiç kimse bu döngüyü durdurmak istemiyor.
Biz sadece herkes gibi yaşamak istiyoruz. Okumak, çalışmak, hayal kurmak istiyoruz. Ama burada, hayal kurma hakkımızı bile elimizden aldılar.”
Aklımda hep aynı soru var: “Hayallerimizi bize kim geri verecek? Bu kurşunları kim durduracak?”
Cevabım yok. Ama nefes aldığım sürece bu hikâyeyi anlatacağım.
Belki bir gün birisi duyar.”
***
Bu hikâyeyi Fars bir yazarın kaleminden okumuştum. Anlatılan, bir çocuğun gözünden savaşın en çıplak, en sessiz ama en ağır gerçeğiydi: Hayallerin kurşunlarla sus(turul)ması. Bir çocuğun geleceği, bir kız kardeşin hayali, bir ailenin dünyası ve bir halkın varlık hakkı…
Malek’in hikâyesi sadece bir çocuğun ölümü değil; bir halkın rüyasının hedef alınmasıdır. Ve o rüyalar, göğe yükselmeden önce toprakta susturulur. Bir İsrail kurşunu, elinde boya kaleminden başka bir şey olmayan bir çocuğu hedef aldığında, o yalnızca bir beden değil; bir halkın düşü, umudu, yarını da vurulur.
Bazı hikâyeler öyle sade, öyle kırılgan başlar ki, bir çocuğun gülüşüyle başlar, bir kurşunla biter. Bu yazı, o sessizliğin içindeki çığlığı duymaya çalışanların yazısıdır. Çünkü bazen gerçek, haberlerin başlıklarında değil; bir çocuğun yarım kalan resminde, tutulamayan ellerde, gömülemeyen hayallerde saklıdır. Dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir çocuk, düş kurarken vurulabiliyor. Onunla birlikte bir gelecek, bir rüya, bir ülkenin umudu kanıyor.
Bu sadece Filistin’e özgü bir acı da değil. Suriye’de yerle bir edilen okulların harabelerinde kalmış defterler, Rojava’da annesinin sırtında göç yollarına düşen çocuklar, Yemen'de enkaz altından çıkarılamayan adlar... Hepsi aynı hikâyenin farklı dillerde, farklı topraklarda anlatılan versiyonları. Hepsinde ortak olan şu: Hayal kurma hakkının kurşunlara kurban edilmesi.
Ve belki de Malek’in ağzından dökülen o son cümle, modern dünyanın bütün sözleşmelerinden, bildirgelerinden ve nutuklarından daha sarsıcıdır: “Ama burada hayal kurma hakkımızı bile elimizden aldılar.”
Bu cümle, insan haklarının en yalın hâlidir. Evrensel adaletin, hiçbir mahkeme kararıyla değil; bir çocuğun gözyaşıyla yazılmış ilânıdır. Ve hepimize şu soruyu yöneltir: “Bir çocuğun hayal kurma hakkı, ne zaman bu kadar değersiz oldu?”
Bu sorunun cevabı yok belki. Ama her hikâye bir iz bırakır. Ve o izleri takip eden bir vicdan varsa, hâlâ geç kalınmamış demektir. Malek’in hikâyesi, sadece anlatılan değil; aynı zamanda tanıklık edilen bir: Bir çocuğun sessiz çığlığı, bir halkın yankısıdır. Dünya, bir çocuğun düşlerini koruyamadığı sürece, hiçbir yer gerçekten güvende değildir.