GAZETECİ METİN TEK/YAZDI
Yüksekovalı gazeteci Metin Tek, bölgenin ortak acısını ve son yıllarda yaşanan köklü olayların bıraktığı derin, dinmeyen izleri anlatan bir yazı kaleme aldı.
TEK’İN YAZISI ŞÖYLE:
Gözlerimizi kapattığımızda, o eski Yüksekova'nın sıcaklığı sarar bizi. O günlerde sadece bir şehir değil, büyük bir aileydik. Soframız ortaktı, halayımız bir, acımız ve taziye evimiz aynıydı. Fakirin yanında durulur, emanete asla hıyanet edilmezdi. Kalbimiz, komşunun derdiyle atar, birliğin ve dayanışmanın sarsılmaz kalesi olurdu.
"Kaybolan Bağlar ve Kopan Aile"
Peki, bize ne oldu? O büyük ailenin her ferdi, görünmez bir fırtınanın savurduğu yapraklar gibi birbirinden koptu. Son dönemlerin en acımasız yıllarını yaşarken, biriken acılar o kadim bağları kopardı. Nereden çıktı bu kin ve nefret? Hangi ara o güzelim değerler devreden çıktı da, kalplerimize bu öfke büründü? Artık hepimiz, tek kişilik dünyalarımızın kapısını sıkı sıkıya kapatmış, dışarıdaki acıyı görmezden gelmeyi öğrenmiş gibiyiz.
"Büyüklerin Sessizliği ve Sözün Değeri"
Eskiden, bir divan kurulduğunda, büyükler konuşur, gençler saygıyla hizmet ederdi. Yaşlımızın sözü senetti, tecrübesi rehberdi. Şimdi ne oldu? Saygımız eksildi, büyüklerimizin değeri azaldı. Ulu bir çınarın gölgesi yerini, hızlı ve düşüncesiz kararların gürültüsüne bıraktı. Oysa eski Yüksekova’da verilen söz senetti; şimdi ise sözler havada asılı kalıyor, güven duygusu her geçen gün eriyor.
"Gösterişin Kör Karanlığı ve Haramın Yükselişi"
Son dönemlerdeki gösterişli düğünler, başka ülkelerden getirilen sanatçılar... Bu şatafat kime karşı, neyin gücünü gösteriyor? Maddiyatın ruhumuzu ele geçirdiği bu çağda, komşunun derdini değil, sadece kendi vitrinimizi düşünüyoruz. Eskiden kimse bankaların yolunu bilmezdi; şimdi ise tefecilik ve faiz bu kadar yaygınlaştı. Gözümüzü nasıl bir hırs kapladı ki, acımasızca insanımızı sömürebiliyor, en yakınlarımıza bile sırt çevirebiliyoruz?
"Kültürel Kimliğin Yitimi ve Bilgisizliğin Bedeli"
Ne kadar acı bir durum ki, kendi kültürümüzü, örf ve adetlerimizi unutmuş gibi, sırf hava basmak için kendimizi kaybettik. Geleneklerimizden uzaklaştıkça, toplumun temel direkleri sarsılıyor. Bu durum, yalnızca bir gaflet değil, aynı zamanda bilgisizliğin ve eğitimsizliğin verdiği yıkıcı bir sonuçtur. Köklerimizden koptukça, boş bir gösterişin peşinde savrulup duruyoruz.
"Kalbi Yaralı Gençlik: Bir Çığlık, Bir Feryat"
Ey Yüksekova! Nasıl uyuyabiliriz? Geleceğimiz olan binlerce fidanımız, o körpe umutlarımız, bugün uyuşturucu batağının zehrinde, eğitimsizliğin dipsiz karanlığında boğuluyor. Onlar ki, bu kadim toprakların yarınki mimarları olmalıydı; oysa şimdi elleri boş, ruhları lime lime, kalpleri paramparça. Bu feryat eden gençliği, bu yıkıcı girdaptan çekip almak, sadece bir görev değil, vicdanımızın kanayan yarasıdır. Onlara sadece bir iş değil, içlerine işleyecek bir umut ışığı, sarsılmaz bir huzur ve güven limanı sunmalıyız. Gençlerimizi bu girdaptan korumak, bizim boynumuzdaki en ağır, en kutsal vicdani borçtur. Eğer şimdi onlara elimizi uzatmazsak, yarın ne bir şehir ne de bir gelecek kalır!
"Acil Çağrı: O Şefkatli Elleri Bekliyoruz"
Tüm bu acıların ve kopuşların ortasında, Yüksekova'nın yüreği yangın yeri. Artık feryat etme ve harekete geçme zamanıdır. Bu toplumu yeniden birleştirecek, kalplere barışı ve dini inancın huzurunu taşıyacak şefkatli ellere acilen ihtiyacımız var.
Ey Yüksekova'nın değerli dini alimleri! Sizler, bu şehrin manevi kalesisiniz. Aklıselim büyüklerimiz! Sizler, geçmişin bilgeliğini ve birleştirici gücünü taşıyorsunuz. Lütfen, derhal devreye girin. Minberlerden yükselen o hikmetli sözlerinizle, divanlarda kuracağınız o adil sofralarınızla, kin ve nefretin duvarlarını yıkın. Bize Allah'ın rahmetini, kardeşliği ve komşuluk hakkını yeniden hatırlatın.
Sizlerin rehberliği olmadan, bu karanlık dağılmaz. Sizin sesiniz, gençlerimizi batağın eşiğinden çekip alacak, toplumsal vicdanımızı yeniden uyandıracak tek sestir. Ne olur, artık susmayın. Bu şehrin barışı, birliği ve geleceği, sizin cesur ve bilge adımlarınızı bekliyor.