Uzun zamandır yağmamıştı. Ama işte, bugün yağmıştı. Bembeyazdı şimdi her yanı yurdun. Kar, bir şeyleri örtüyordu; kırları, bayırları, dağları
En çok da kanları örtüyordu.
Dağlar bu kez karlarla oynamaktaydı halayını. Gelinlik giyinmişti memleketim. Hem de bembeyaz. Evet, yurdum kış ile evleniyor.
Rüzgarın uğultusu pencerenin kenarından içeri sızıyordu. Bu seslerle uyandı Agit. Yanı başında duran defterine, yurdunun bu yılki ilk kar yağışını yazdı. Daha akşamleyin, sonbaharın çıplak manzarası kol gezerken, bugün, bütün sokaklar karla dolmuştu.
Konuşmalar, esen rüzgarın sesine karışıyor, rüzgarın uçurduğu kar çiseleri Agit"in yüzüne çarpıyordu. Mutlu bir sevinç yüzü olmuştu Agit. Uzun zamandır bir idealin heyecanı vardı yüreğinde. Kar bir yağsın da, memleketinin bütün dağlarını, yaylalarını dolaşacaktı. Kurşunlar ve toplar suskundu çünkü kar yağdığında. Toprağa döşeli mayınlar da, yağan kardan dolayı patlamayacaktı.
Berfin görmüş müydü acaba karın yağışını? Öyle ya, can dostuyla çıkacaktı dağlara, yaylalara. O da uzun zamandır bekliyordu kar yağışını. İşte, evet bugün yağmıştı. İkisi de heyecanla bekliyordu. İki yürek, topraklarını elele dolaşmak için, kalınca yağan kara erişeceklerdi. Bu, inanılmaz bir duyguydu.
Fırtına ayak uyduruyordu nefeslerine. Kar, tipiyle yağıyordu. Agit ile Berfin, omuz omuza yürüyorlardı. Fırtınaya rağmen mutluydular. Onlar, sanki yaz aylarında, güneşin sıcaklığında yürüyorlardı. Sanki ayaklarından ince tozlar kalkıyor, saçlarına konuyordu. Sanki yürüdükleri yolun kenarında çiçekler açmış, o çiçekleri koklaya koklaya yürüyorlardı. Yüzleri sevinç, yürekleri gülücük parıltısıydı. Başlarına konan kar taneleri, sanki birer müjde taşıyordu tazeliğinde. Sanki güneş, her bir kar tanesinde saklıydı. Mahsunca bakan dağların her bir sancağı, sanki barış sancağıydı.
Oturdular, en yüksek dağlarının en yüksek noktasına. Cebinden çıkardığı tütün tabakasından bir sigara sardı Agit, ardından Berfin. Üzeri azıcık görünen bir kayaya oturmuş, yurtlarının üzerine üflüyorlardı sigara dumanlarını. Şimdi bütün yurtları hasret kokuyordu. Bütün ihanetleri, ihanetçileri, haksızlıkları, çaresizlikleri kaybolmuştu. Yurtlarının iki kanadı vardı. Yüzü sevda, ardı kahpelik, önüyse güzellik kokan bir bahar çiçeğiydi. Yurtları yorgundu. Bütün insanlarının ellerli barış için sallanıyordu. Ne metropollerdeki yoz kişilikler yaşanıyordu, ne de feodal zihniyetli yüksekokul gençliği. Bir türküydü, sessiz, upuzun
Agit"in ahı da uzundu. Sigarasından son nefesi çekerken, derin bir iç çekmişti Agit. Berfin ile yüzyüze geldiklerinde, ikisi de gülümsemişti. Agit, ne zaman bir iç çekse, nedenini sorardı Berfin. Üsteler ve sebebini öğrenirdi. Ama Agit direnir, nedenini söylemezdi. O vatan kokan Berfin"in yüreğinin üzülmesini istemezdi çünkü. Bu yüzden gizlice iç çeker, belli ettirmemeye çalışırdı Berfin"e. Ama Berfin hemen farkına varır ve nedenini öğrenene kadar Agit!i rahat bırakmazdı.
Aşkları topraklarıyla güzeldi onların. Birbirlerine olan aşklarının yanında, bir de topraklarına olan aşkları vardı. ikisi, ikisini bütünleştiriyordu. Sevdaları, kimi zaman çocukların ağlayışlarına, kimi zaman anaların ağıtlarınaydı. Bazen bir ihtiyarın duasına, bazen de bir genç kızın gönlündeki hasretineydi.
Nişanlıydılar. Yüreklerinde yaşamın özlemi, ellerinde aşkın bayrağı vardı. ayaklarından biri Angola topraklarındaydı, biri Nagazaki dağlarında. Onlar, Afrika topraklarında çıplak bedenli kadınlar, Somali"de aç çocuklardı. Filistin"de mazlum bir halk, Küba dağlarında gerillaydılar. Bu yüzden seviyorlardı yaşamayı.
Agit, Berfin"in gözlerinde devrimi gördüğünü söylerdi. Bazen gözlerindeki derinliğe dalar, aşkın bütün çıplaklığına kavuşurdu. İşte o sıra onun da ta derinliğinden gelen bir söz, Berfin"in gülüşleriyle bütünleşiyordu.
Elele tutuşup yürümeye başladılar. Bir süre sonra artık dağların doruklarındaydılar. Ah neler yaşamışlardı bu dağlarda! Nasıl yakmışlardı çoban ateşlerini, bu dağların yamaçlarında. Bu dağlar, yoldaşlarıydı onların. Hafifçe gülümsediler dağlarına. Uzun zamandır görmedikleri sevgililerine kavuşmuş gibiydiler. Artık önlerinde sıradağlar vardı. sıradağların bitişinde, Agit"in doğduğu yayla vardı. Agit doğduğunda, öleceğini sanmışlardı. Bilmezler miydi, yıllar sonra, delice bir aşık olarak geri dönecekti! Bilmezler miydi, yıllar da geçse, bir gün kolkola bu yaylalarda dolaşacaklardı! Bilmezlerdi. Ama arık kavuşmuşlardı topraklarına.
Agit"in doğduğu yaylaya doğru yürümeye devam ettiler. Kucağı, toprağı kucaklamak için açılmıştı Agit"in. Gözleri sevinçle parıldıyor, yüreği umut doğuruyordu. Elleri ellerindeydi Berfin"in. Ellerinin üstünde biriken karlar bile soğutmuyordu ellerinin sıcaklığını. Heyecanları doruktaydı. Koşmak istiyorlardı. İkisi de koşmak istiyordu, en hızlı adımlarla. Adımlarını en hızlı koşabilmek için hazırladılar ve koşmaya başladılar. Yüzleri gülümsüyordu.
Ama elleri, korkunç bir gürültüyle ayrıldı. Bulunduğu tepenin en uzağına yuvarlandı Berfin.
Epey zaman geçmişti. Berfin kendinden geçmişti. Tekrar kendine geldiğinde, yüzünde karların biriktiğini fark etti. Gözleri bulanık görüyordu. Ama eli, Agit"in ellerinde değildi. Açık olan avuçlarını, sadece kendisiyle birlikte yuvarlanan kar birikintileri doldurmuştu. Üstelik üşüyordu elleri. Başını kaldırıp etrafına baktığında da yanında değildi Agit. Olmazdı olamazdı.
Her düşüp bayıldığında, yanı başında bağdaş kuruyordu Agit. Kimi zamam ağlıyor, kimi zaman da sadece susuyor ve Berfin"in ellerini okşuyordu. Ama her ayılışında, Agit"in o yaşam dolu bakışlarını görürdü ilkin. Oysa bu kez ne onun bakışları, ne de sıcacık elleri vardı, yanı başında. Üşümekten titreyen bedenini birden terler bastı Berfin"in. Doğrulup biraz yürüdü. Ama Agit hala yoktu.
Az daha yürüdü. Ama bütün bedeni kurşunlanmış gibi hisseti birden kendisini. Agit, az ötesinde cansız yatıyordu. Yanına koştu Berfin. Ama Agit konuşmuyor, gülmüyor, nefes almıyordu. Üstelik bakmıyordu. Kan sızıyordu bedeninden. Kanlar içindeydi incecik bedeni.
Yurdum bir kez daha kanlı gelinlik giymişti. Kanlıydı yurdumun dağları, gözyaşları kanlıydı. Aah!..
Sanki dünyanın bütün ağırlığı Berfin"in üzerine çökmüştü. Bütün acılar yüreğini deşiyordu, sanki yüreğine onlarca hançer saplanıyordu. Berfin, Agit"in başını dizleri koydu ve türkü söylerken okşadığı gibi okşamaya başladı saçlarını. Çığlıksızdı artık yurtları. Rüzgar esmiyordu, yastaydı. Fırtına yoktu artık. Her şey aniden sustu, her şey siyaha büründü. Kar taneleri gökyüzüne geri dönüyordu artık. Ardından
Bütün gök maviye boyandı ve usulca güneş doğdu, maviliklerden.
Agit, hala Berfin"in gözlerine bakıp senin bakışlarında ağlayan çocukları, ah çeken yaşlıları, çiçekleri, ağaçları, yaşamayı görüyorum diyordu. Hala elleri, saçlarını okşuyordu Berfin"in. Saçlarını okşarken de bir türkü mırıldanıyordu. Sigarasının dumanını hala yurtlarının üstüne üflüyordu, usulca. Ama artık yastaydı vatanı. Ne damların altında çocuklar oynuyor, ne de camilerin önünde yaşlılar sohbet ediyordu. Ne kadınlar su taşırken türkü çağırıyor, ne de kızlar çeyiz örerken sevdalarını anlatıyordu. Kansızdı toprak, ama kanlı gömlek giydirmişlerdi ona.
Karanlık çökmüştü. Ayışığı her tarafı hafifçe aydınlatmaya başlamıştı. Berfin, hala Agit"in saçlarını okşuyor, ellerini ovuyordu. Yanağı Agit"in yanağında, yıldızlar eşliğinde ağıt yakıyordu. Gözyaşları Agit"in kanlarına karışıyor, gözlerinde şişikler oluşuyordu. Sesi artık kısık çıkıyordu. Yıldızlara baktı ve ellerini Agit"in ellerine kenetleyip, uzandı yanı başına Agit"in.
Yürek yakan şarkısı gibi, o da karıştı gecenin sessizliğine.
Bir at çıktı sonra maviliklerden., kanatlı. Onların yanlarına kondu, yıldızlarla örttü üstlerini. Sonra canlanıp ata bindiler onlar.
Yüzleri gülümsüyordu. Agit, Berfin"in, yanağına yaslanmış alnına bir öpücük kondurdu. Ardından gökyüzünden bit yıldız koparıp, onun saçlarına taktı. Berfin, mavi bir gülümsemeyle yüzüne baktı Agit"in ve nereye gidiyoruz? diye sordu. Agit, doğrulup Berfin"in yüzüne sarkan saç tellerini elleriyle taradı ve o da gülümseyerek, Oraya
Barışçıl, özgür ve demokratik ülkeye. 2009 Anadolu"suna
dedi.
Kenetlenircesine birbirlerine sarıldılar ve tatlı bir öpücük dağıttılar yurtlarının üstlerine