Hüzünlü bir yağmur gecesinde hep çalardım kapını heybetli ve amansızca,
Yorulurdu yürekler senin sevdanı anlatırdı hep gizlice,
Halkların yüreğinde hissederken seni, büyük ve asice,
Anlatamadığım sözcükleri içinde eritebilen o masum duruşunla…
Bir anlatabilseydim seni güzel Hakkâri’m.
Bir halkın duruşunda tanır oldum hep o yanık sesini,
Sümbülün eteklerine bugün anlatabilsem o saf yüreğini,
Sevdasız bir gidişe yüklenen bu amansız duygular bıraksa da beni,
Ve medeniyetine tanık olmuş halklar eşliğinde görkemli bir sevdanla…
Acaba! Anlatabilir miydim? Seni güzel Hakkâri’m
Zap suyuna tutunmuş bakışın hep deli oluverirdi.
Botan’ın çayına olan kardeşliğin hep asice olurdu.
Halkımın tüm şairleri dile gelip ters laleni duygu yüklü anlatırdı.
Dünya’nın bütün güzel kokan çiçekleri dağlarında misafir olabilseydi keşke…
Bilmem Anlatabilir miydim? Seni güzel Hakkâri’m
Sen halkların kültür hafızasında bir gelin gibi görünürcesine,
Kürd’e, Türk’e, Nasturi’ye, Keldani’ye ve daha birçok halka kucak açmışçasına,
Cilo’nun, Zagros’un eteklerinde, govend ve stranlarla bir sevdayı anlatırcasına,
Berçelan yaylasına düşen bu gözlerimi kapatabilmeyi becerebilseydim şayet…
Belki vazgeçerdim senden güzel Hakkâri’m.
Sen Eli Heriri’nin, Feqyé teyran’ın, kaleminde anlatılan bir cennet iken,
Yüreğinde yetiştirdiğin Ehmedé Xané’ nın, Melayé bateyi’nin ilminde bir eser iken,
Mirlere ev sahipliği yapmış, Cembeli u Bınewşa narin aşkına tanıklık etmiş iken,
Bağrında gezdirdiğin Gever’in o görkemli ovasında duyabilseydim o narin sesini,
Bil ki! Anlatabilirdim seni güzel Hakkâri’m.
Yanı başındaki Şırnak da bu dertten yaralıdır.
Bağrında yetiştirdiğiniz Gever ve Cizra botan aynı kaderin kentleridir.
Dicle, Fırat hep akar ama onlar da gönülden yaralıdır.
Bunu yapacak olan tüm yetkililere,
sevda dolu bir ricamız ve temennimizdir,
Hakkâri’m ve Şırnak il kalmalıdır,
Yüksekova ve Cizre il olmalıdır.