İki yüzlüsün insanoğlu. Hep çıkarına göre hareket ediyorsun. Mazlum ayrımı yapıyorsun. Mazlumun dini, ırkı, cinsiyeti olamaz ama sen sadece kendi mazlumuna ağlıyorsun. Anlamıyorsun ki bütün zulümlerin sebebi senin bu ayrımcılığın. Sadece kendi mazlumunu görerek zalimlerin değirmenine su taşıyorsun, böyle yaparak yapılan zulümleri meşru gösteriyorsun.
İçindeki cellada uyandın ama hep deniz kızlarını özlüyorsun. Deniz kızları senin olduğun müddetçe celladın diğer deniz kızlarını öldürmesine ses çıkarmadın. Deniz kızlarının kanında yüzüyorsun ama farkında değilsin.
İki yüzlüsün insanoğlu, hep kendini dev aynasında görüyorsun, başkalarına yer yok hayatında. Dev aynasını sırtında tutuyorsun, etrafında kimseler yok, çok yalnızsın ve ufaldıkça ufalıyorsun.
İflah olmazsın insanoğlu. Güvercinleri tanımıyorsun, martıları duymuyorsun, kumrulara dokunamıyorsun. Taş sertliği ve çelik soğuğu arasında sıkışıp kalmışsın. Dışarıdaki bombalar insanı öldüremez, insanı asıl öldüren içinde kendi ellerinle koyduğun bombalardır. Dilinin altındaki mayınları unuttun, bütün bir hayatını mayın tarlasına çevirdin. Taşı sulayacak göz yaşların yok, çeliği ısıtacak nefesin kesik. Taş duvarların dışına çıkamıyorsun, çelik kafesleri aşamıyorsun.
Dostlarınla bir kelam edemezsin. Ne insanlarla dostluk kurmasını öğrendin ne de kelamı etmesini bildin. Başkalarıyla iletişim kuramadın bir türlü. Sana ait bir odan dahi yok. Odanda sen ait bir sarmaşık bile yok. Avuçlarında tutacak kadar yakın, temas edecek kadar sıcak bir sarmaşık.
Avuç çizgilerinde hayat yolculuğuna bakacak gözlerin ve kalbin hiç olmadı. Parmak izlerin tanınmayacak kadar soğuk ve soluk. Parmak uçlarınla kirpiğinin ucuna düşün hüzün damlasına dokunamazsın. Bedenin kimyasal, için metal, ruhun kıyımlarla dolu.
Öldürdüklerinin, ölümüne sebep olduklarının haddi hesabı yok. Önce ayaklarının altındaki karıncayı ezdin, sonra başının üstünde uçuşan kelebekleri görmeyerek intiharlarına sebep oldun. İçinde ne kuşların konacağı bir yaşam dalı bıraktın ne de başkalarının geçeceği gece lambalı bir sokak. İçini eşyalarla tıka basa doldurdun. Nefes alamıyorsun, boğuluyorsun ama deniz kızlarını özlüyorsun.
Kanını helal ettiğin, canını emanet ettiğin cellatlarına söz geçiremiyorsun. Çok korkuyorsun. Başkalarının gözünü korkutmak, herkese güçlü olduğunu göstermek için cellatlarına yol vermiştin, onları pohpohlamıştın her fırsatta. Sonra hayatının bütün iplerini onlara kaptırdın ve elinde hiçbir şey olmadığını anladığın anda deniz kızlarını daha çok özler odluğunu fark ettin.
Sana kötü bir haberim var insanoğlu. Deniz kızları gittiler bir daha dönmemek üzere. Sadece sen ve cellatların kaldı. Sen de artık bir kurbansın ve meydan sadece cellatlara kaldı. En güçlü cellat, deniz kızlarına en uzak olandır. İçinde deniz kızlarının hatıra kırıntıları olan cellatlar bir bir düşecektir, er-geç yenilecektir. Belki sen görürsün, belki göremezsin; ama eserini yaşayacak insanoğlu.
İnsanlık tarihini yeniden yazacak cellatlar. Şöyle bir milat çekecekler: Cellatlardan önce, cellatlardan sonra. Cellatlardan önce insan diye garip bir tür varmış ve bu garip tür deniz kızları denilen bir mahlukat türüne inanırmış, olur olmaz zamanlarda deniz kızlarını özlerlermiş. Gülecekler galip cellatlar. Sana gülecekler. Kim bilir o zaman sen nerede, ne halde olacaksın.