Tanrım sana yazdıkça neden insanlardan uzaklaşıyorum, sonsuzmuş gibi gelen bir suskunluğa gömülüyorum. İnsanlar kendilerini zindanlara hapsetmişler ama kendilerini özgür sanıyorlar. Ben dışarıdayım, kendimi özgür hissediyorum. İnsanlara bakınca kendimden şüpheye düşüyorum. Yoksa ben de onlar gibi bir zindandayım ama kendimi özgür sanıyorum.
Hiçbir zaman birilerinin açtığı yoldan yürümedim, birilerinin arkasında durmadım, birilerinin dayanağı ya da son bağı olmadım. Hep dışarıda kaldım, kendi yolumda gittim.
Yakında tanıdığımı sandığım insanların içinden bir zaman sonra acımasız mahluklar çıkıyor, afallayıp kalıyorum. Kendime kızıyorum, kendimi kınıyorum, bu kadar saf olduğum için. Sonra acımasız mahluklar içinden çıkan saf çocukları görüyorum; anlamıyorum. Anlıyorum ki her insan hikayesi için burada, iyi ya da kötü yaşanmış bir hikaye elimizde olacak; bu hikaye ile senin huzuruna çıkacağız.
Biz iyi hikayeler yazmak istiyoruz ama nedense hep kötü işler yapıyoruz, sonsuzluğumuzu boynu bükük, yarım yamalak bırakacak işlerin peşinde koşturuyoruz. Buradayız ama burada değilmiş gibi yaşıyoruz. Baba kızında sonsuza dek yaşamak istiyor ama kızı bir anne olarak evlatlarında unutuluyor. Sonsuzluk ve unutulmak; bir hikayenin iki yüzü oluyor ve hangi yüz iyi ya da kötü, anlamıyorum. Tanrım bu yazımda üç hemşerimi sana şikayet etmek istiyorum, tabi isim vermeden. Birincisi siyasetçi, ikincisi akademisyen, üçüncüsü müteahhit.
Hemşerim olacak siyasetçi şunu söylüyor: Cuma namazı hutbesinde akrabalarını koru kolla, biz de bunun gereğini yapıyoruz. Hemşerimin yaptığı hadis ve ayetleri kullanmaktan başka bir şey değildir. Ama bunu ustalıkla yapıyor, ayeti ve hadisi keyfine (nefsine) göre yorumluyor. Vicdan desen, dönüşü olmayan bir tatile çıkmış, akıl nefsin hizmetinde, izan hakikat atının boynuna saplanılmış suizan. Ona bir şey anlatamazsın. O alacağını almıştır, satacağını satmıştır. Onunla hemşeri olmak ağrıma gidiyor. Bu zihniyet alıp başını gitmiş ve dinin yerini tutmuş. Böyleleri İslam’ın günümüzdeki temsilcisi olmuş. Bütün köşe başlarını tutmuş, yutmuş böyleleri.
İkinci hemşerim akademisyen ve kökünü inkar ederek kariyer yapıyor, akademik titrler kapıyor. Modernizm ve post modernizm arasında dolaşarak aslını gizliyor, özünden kaçıyor, kökünü kurutuyor. Sistem köküne bağlı kalanlar için “error” diyor. Sistem köksüzlük üzerine kurulmuş. Sistemde yer edinmek için kökünden kurtulmak gerekir. Hemşerim de bunu yapıyor, hakkını veriyor; hiçbir yerde, hiçbir şekilde göstermiyor “esmerliği”ni. Önce üniversitede profesör oluyor, sonra sisteminin değirmenine su taşıyan az tirajlı ama bol yazar kadrolu bir gazetede köşe yazarlığı yapmaya başlıyor. Böylelikle kitapları daha kolay basılacak ve ismi daha çok görünür olacak. Yapması gereken, sadece sistemi ayakta tutan ‘ahlaki değerleri’ yücelten modern ve post modern yazılar kaleme almak. Artık Kış Bahçesinden çıkmıştır, kökünü inkar ederek “Gül Bahçesi”ne geçmiştir.
Üçüncü hemşerim müteahhit. Dini ve siyasi bağlantıları olan biri. Bu da arsaları ucuza kapmasını sağlıyor. Siyasetçi ve müteahhit birbirlerine çok yakınlar, her konuda paslaşıyorlar. Siyasetçinin uygun yerlere yerleştirdiği akrabaları müteahhide çok yardımcı oluyor, tabi müteahhit bu yardımları karşılıksız bırakmıyor, güzel yerlerde güzel mülklere ‘uygun fiyata’ veriyor. Siyasetçi o koltuklara akrabalarını yerleştirmeseydi müteahhit işlerini böyle kolay yürütmezdi. Akademisyen gazetecinin yapması gereken siyasetçi ile müteahhidin ahlaki değerlerini yücelten modern ve post modern köşe yazıları yazmak.
Üç hemşerim de namazında niyazında, dindar insanlar. Hemşerim olacak bütün dindar insanlar böyledir, demiyorum tabi ki. Helal ve harama dikkat eden hemşerilerim de çok ama onlar öyle görülmez ki... Birkaç tane örnek verirsek yine isim vermeden.
Bunlardan bir tanesi siyasetin çürümüşlüğünü görüp siyasetle hepten bağlantısını kesti, bir tanesi kendini ticarete verdi kendi ürettiğini ürünleri satarak, bir tanesi Kaf Dağına çekildi her şeye uzaklardan bakarak, bir tanesi kendini siyaset yüzünden ihmal ettiği ailesine adadı, bir tanesi evine çekilip sadece okuma ve yazma ile meşgul, bir tanesi meşhur bir tütüncü olup çıktı, bir tanesini ibadete verdi kendini, bir tanesi her şeyi arkasında bırakıp yurt dışına gitti. Böyleleri de var, yani var olan kirlenmişlikten kendilerini böyle uzak tutuyorlar.
Hepsi bu hikayenin bir parçası ama kötülük yekpare, tek el. Kötülük tek bir yerden yazıyor ve bundan nemalanlar kendi paylarına düşen replikleri tekrar ediyorlar, rollerini yerine getiriyorlar. Her şey güçlerine güç katmak için. Kötülük hikayesini yazarken, yaptıklarıyla bunda dipnot olmaktan başka bir şey olmayan hemşerilerimi düşünüyorum, onlara üzülüyorum, acıyorum.
Böyle olmamalıydı ama böyle oldu. Siyasetçi dini böyle kullandı, akademisyen kökünü böyle inkar etti, müteahhit helal ile haramı böyle karıştırdı. Acı ve utanç birbirine karışıyor, kötülük adalet bıçağıyla iyiliği kesiyor. Olan yine insana oluyor, insan yerde kalıyor.