Yüksekova Güncel
2010-04-25 11:38:00

Tanzimat ve Tanzimat öncesi dinsel azınlıklar

25 Nisan 2010, 11:38

Sened-î İttifak"tan Demokratik Açılama Türkiye"nin Demokratikleşme Serüveni (2)

 

Tanzimat ve Tanzimat öncesi dinsel azınlıklar

 

Yazı dizimizin ikinci bölümünde Osmanlı"nın her anlamda kırılma noktası olarak kabul edilen Tanzimat fermanı üzerinde duracağız. Bir önceki yazıda değindiğimiz Sened -î İttifak, Alemdar Mustafa Paşa"nın öldürülmesi ve ittifakta belirtilmesine rağmen diğer sadrazamlar tarafından ittifak"a bağlı kalınmaması başarısızlık getirmişti. Genel anlamda bu dönemlere tekabül eden ıslahat ve yenileşme hareketleri sadrazam veya padişahların ömürleri ile sınırlı kalmış, Osmanlı uzun bir süre köklü ıslahatlar yapma konusunda tereddüt yaşamıştır.

 

19. ve 20. yy"da yapılan ıslahatların demokratikleşme ve hukuk devletine geçiş kaygısından ziyade Osmanlı"yı kurtarma ve dış baskıyı minimize etme fikri ile ortaya çıktığı aşikardır. Esasen tabandan gelen bir demokrasi talebine de ciddi anlamda rastlamak mümkün değildir. İstanbul merkezli Rum azınlığı dışında Anadolu"da padişahın mutlak iktidarı ile sorun yaşayan bir yapıya rastlamak da zordur. Bunda saltanatın en büyük meşrulaştırıcı gücü olan halifelik kurumunun etkisi söz konusudur. Zira padişahın otoritesini sorgulamayı halifelik kurumunu sorgulamakla eşdeğer olarak algılayan hem Osmanlı"daki Türkler hem de diğer Müslüman azınlıklar (Kürtler) uzunca bir süre monarşik yapının devamından yana tavır sergilemiştir. Yeniliklere karşı halifelik üzerinden direnme cumhuriyete geçiş sürecinde de belirgindir. ( Anzavur ayaklanmaları, Kuvay-İ İnzibatiye Ayaklanması, Postacı Nazım Ayaklanması bu direnmenin ürünüdür)  Bu tespitlerin ardından senedi ittifak sonrası daha da belirginleşen siyasal yenileşme hareketlerine dönecek olursak;

 

 İttifak  sonrasında belirgin bir şekilde gelişen süreç toprak beylerinden öte artan dinsel azınlık muhalefetinin etkisinde şekillenir.  Bugün ki resmi terminolojiye benzer şekilde  söz konusu dönemde de  toplumsal hareketler “dış mihrakların oyunu” olarak algılanmıştır. Değişim sancıları çeken Osmanlı"da, ıslahatların mefkuresinin merkezine devleti kurtarma refleksi alınmıştır  İdeolojik çıkış noktası farklı olsa bile genel anlamda tüm akımlar bu kutsal mefkureye hizmet etmiştir.

 

Osmanlı"da Hoşgörü ve Azınlıklar

 

Osmanlı için sıkça telaffuz edilen  “hoş görü imparatorluğu” iddiasını burada eleştirecek yada kabullenecek bir konumda olmadığımı esasen bunu ispat veya ret kaygısı taşımadığımı da belirtmek istiyorum. Yalnız Osmanlı"nın Tanzimat"a kadar olan süreçte özellikle dinsel azınlıklara olan uygulaması bu konuda zaten yeteri kadar bilgi vermektedir.

 

Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan farklı dinsel azınlıkların statülerini  anlamak için öncelikle İslam hukuku açısından gayrimüslimlerin nasıl kategorize edildiğine kısaca değinmekte fayda var.  İslam hukukuna göre gayrimüslimler iki grup halinde kabul edilir. Bunlar Müslümanlarla savaş halinde olan Ehli Harp ve Müslümanlara karşı savaşmayan Ehli Ahd"tır. Ehli ahd ise İslam hukukuna göre Zımmiler, Muahedler ve Müsteminler olmak üzere üç gruptur. Bir İslam devleti topraklarında yaşayan ehli kitap gayrimüslimlere Zımmi denilmektedir. Bu açıdan Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlere Zımmi denilebilir.(1)

 

 

Osmanlı tebaası olan Zımmiler, vergi verdikleri sürece malları ve canları devlet garantisindeydi. Askerlik yapmayan Zımmiler ayrıca askerlik vergisi öderdi. Her ne kadar bu gelenek bir çok İslam devletinde  görülse de Osmanlı"da gayrimüslimlerin toplumsal hayat içerisinde belirgin bir ayrıma tabi tutulduğu açıktır. Zira istedikleri elbiseyi bile giymekten mahrum kalan azınlıklar, açıkçası çoğu zaman ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesi görmek durumunda kalmıştır. Hamama giderken  deşifre olsunlar diye ayaklarına çıngıraklı halhal (xırxal) takmak zorunda kalan gayrimüslimler,  Müslümanların giydiği renkli kaftanlar ve pahalı elbise giyemezlerdi, bazı renkleri kullanmak azınlıklar için ceza almaya yeten bir nedendir. Bu noktada verilmiş fermanlar mevcuttur. II. Selim zamanında yayınlanan bir fermanda bulunan “ Yahud ve Nasara avrat ve erlerinin saçaklı ve alâ çuhalar giyip, alâ tülbentler alıp sipah ve sair taife gibi atlas ve kutnî kumaş kaftanlar, alâ çakrışlar ve Müslümanların giydiği içi edik ve pabuç ve paşmak ile dolaşmaları yasaklanmıştır” ifadeler gayrimüslimlerin pabuç tercihinde bile ayrıma tabi tutulduğunu göstermektedir(2)

Bu durum Osmanlı"daki hoşgörü anlayışı hakkında ipuçları vermekle beraber yapılan bu tespitler, Osmanlı"yı bu anlamda sorgulama kaygısından uzaktır. Bu tespitler Tanzimat"a kadar gelinen süreçte azınlıkların durumunu tespit etmek açısından fikir verici uygulamalardır.

 

Şehir merkezlerinde ata binmelerine dahi izin verilmeyen gayrimüslimler, Tanzimat"tan sonra kısmen de olsa bazı haklara kavuşmuştur. Osmanlı açısından yeni bir devrin ( Tanzimat dönemi) başlangıcı olan söz konusu ferman kasım 1839 tarihinde Sultan Abdulmecit döneminde yayınlanmıştır. Gülhane Hattı Hümayunu veya Tanzimat"ı Hayriye olarak da adlandırılan ferman, esasen demokratikleşme kaygısından ziyade, dönemin koşullarının bir zorunluluğu olarak orta çıkmıştır. Başta Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa hareketi olmak üzere bazı dış sorunları çözmek için Tanzimat fermanını yayınlayan Osmanlı aslında dış mihrakın bizzat saray tarafından yaratıldığı ve temel hak ve özgülüklerin pazarlık konusu edildiği bir dönemde Tanzimat fermanını yayınlamıştır.

 

 

 Kavalalı hareketi sadece bir iktidar savaşımı değil, aynı zamanda modernleşme talepleri ile ideolojik alt yapısı güçlü bir harekettir. Balta Limanı Antlaşması karşılığında İngilizlerin desteğini alan padişah belirgin bir şekilde dış siyasetin etkisi altındadır. Dışarıda durum böyle iken meşhur Fransız devriminin uluslaştırma mantığına karşı çıkan Osmanlı, içeride ise bu politikaların zararlı etkilerini ez aza indirme gayreti içerisine girmiştir.  

 

Bu açıdan  Tanzimat fermanı,  dinsel azınlıkların devlete bağlılığını artırmak amacıyla Sadrazam Mustafa Reşit Paşa"nın telkinleri ile yayınlanmış bir fermandır. Tanzimat fermanın içeriği ise önceki dönemlerin uygulamaları hakkında fikir vermektedir. Kimsenin yargılanmadan zehirlenemeyeceği ifadesine yer verilen ferman, öncesinde bu tarz cezaların olduğu kanısını ve tespitini güçlendirmektedir. Vergi askerlik ve hukuksal anlamda anayasa niteliğinde hükümlerin olduğu ferman uygulanamamıştır.

 

Günümüz yasalarının bir çoğu gibi kağıt üzerinde var ama kendisi yok türünden bir ferman olarak kalmıştır. Hakkını teslim etmekte fayda var; 1921 anayasasına kadar Anadolu coğrafyasında Kanuni Esasi de dahil tüm belgelerden daha hukuki ve demokratik görünen Tanzimat fermanı, toplumsal anlamda önemli etkiler yaratmıştır. Bir bürokratlaşma hareketi görüntüsü veren ferman merkezileşme hareketlerinin devamı niteliğindedir. Padişahın örf koyma yetkisini kullanarak  padişahların “örf” koyma yetkilerinin sınırlandırılması, şerri mahkemelerin yanı sıra diğer davalara bakan (Nizamiye Mahkemeleri) mahkemelerin kurulması da bu devrin ürünüdür. Tanzimat devrinde hukuksal anlamda yapılan çalışmalar arasında 1840 ve 1851 tarihli Ceza kanunu. 1851 tarihli Ticaret kanunu da yer almaktadır.

 

Fermanın temel gayesi sarayın amaçları

 

Osmanlı yönetimi yukarıda da sıklıkla vurguladığım gibi bir modernleşme ve demokratikleşme kaygısından uzak bir şekilde gerek iç gerekse dış siyasetin tesiri altına kendi varlığını koruma ve kurtarma operasyonu başlatmıştır. Esasen sarayın temel yaklaşımı II. Mahmut döneminden itibaren başlayan merkezileşmeyi tamamlamaktır. Bunun  yanı sıra feodal yapılara teslim olan hanedanın bundan kurtarılması, başta İngilizlerin desteğini alarak dış sorunlarını çözmeyi hedefleyen Osmanlı, Fransız ihtilali sonucu ortaya çıkan ulusçuluk akımının kendi coğrafyası üzerinde ki olumsuz etkilerini en aza indirmeyi hedeflemiştir. Günü kurtarma mantığı ile yapılan bu ıslahatlar, devletin çöküşünü durdurmak bir tarafa temel bir demokrasi algısından uzak olduğu için çöküş sürecini daha da hızlandırmıştır.

 

Devletin yıkılış sürecine girmesini şeriat kurallarının uygulanmayışına bağlayan Ferman, yapılan düzenlemeler sayesinde devletin 5- 10 yıl içerinde yeniden eski günlerine kavuşacağı tespitini yapmaktadır. Bu durum  hala eskiye bir özlem duyulduğunu ve esasen yapılan yeniliklerin halkın refahı ve can güvenliğinden ziyade devletin içinde bulunduğu sefil durumun kurtuluş reçetesi olarak görüldüğünün kanıtıdır.

 

Sonraki süreçte Islahat fermanı ile dinsel azınlıklara en üst seviyede hakların tanındığı bir ülke konumuna gelen Osmanlı, kurtuluş olarak gördüğü ıslahat hareketlerinin samimiyetsizliğine kurban olmuştur. Anayasal hareketlerin başladığı ve bugün ki Türkiye Cumhuriyetinin ortaya çıkışına kadar uzana süreci incelemeye devam edeciğiz. Önümüzdeki yazıda I. ve II. Meşrutiyetin yanı sıra varlığı çok tartışılan İttihat ve Terakki"nin ortaya çıkışını inceleyeceğiz

 

1.        Gülnihal Bozkurt; “İslam Hukukunda Zımmîlerin Hukuki Statüleri”, Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi, III / 1-4, Ankara 1987, s. 115-117

2.        Önder Kaya;  “ Tanzimat"tan Lozan"a Azınlıklar” , Yeditepe yayınları, İstanbul 2005, s.17

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.