TAHİR DUMAN/YAZDI
Yazar Tahir Duman 'Uzak VII - Boyacı Sandığı' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.
YAZARIN YAZISI ŞÖYLE:
Tahtadan yapılmış siyah askılı boyacı sandığı, eski bir toz fırçası, parlatma fırçası, siyah ve kahverengi boya kutuları, cila, süngerler ve annemin eski kadife fistanından koparılmış bir kadife parçası. Sandık akşamdan hazırlanmış ve bu yaz tatilinde yapacağım iş belirlenmişti.
Ayakkabı boyacılığı...
Sandığı taşıma gücünü kendinde bulan birçok çocuk gibi benim de ayakkabı boyacılığı yapma dönemim başlayacaktı. Çocuklar boya sandığını taşıyabilecek olgunluğa geldiler mi artık çalışma hayatına atılma zamanları geliyordu. Evde kalıpağustos böceği gibi tembel bir yaz mevsimi geçireceklerine omuzlarına boya sandığının askısını asıp hayat yükünü bir yerinden yükleniyorlardı.
Bu yaz mevsimi benim için zorlu ve hareketli geçecekti. Çalışmayı, çarşıyı, insanları, mücadeleyi, çıkar ilişkilerini,zorbalığı ve daha birçok şeyi yaşayarak yakından tanıyacaktım. Hayatın mücadele olan yüzünü bir çocuk olarakyaşayacak ve kendimce dersler çıkaracaktım.
Hayata dair ilk derslerimi...
Boyacılığımın ilk günleri; çarşıyı, kahvehaneleri, esnafı ve özellikle diğer boyacıları tanımakla geçti. Hepsi çocuk olan boyacılar arasındaki düzen de çocukça bir güç düzeni şeklindekurulmuştu. Yaşça büyük, bedence iri ve zorba olan birkaç boyacı çarşının en işlek yerlerini mesken tutmuşlardı. Bunlarçarşı piyasasının büyük bir bölümünü ellerinde tutuyorlardı. Onların olduğu yerde müşteri bulmak ve ayakkabı boyamak neredeyse imkansızdı.
Silho'da bu boyacılardan biriydi. Yaşça birçoğumuzdan büyük ve bedence iri olduğu için biz yeni boyacılar arasında korkulan biriydi. Zorba tavırlarıyla bütün çocukları korkutuyordu. Onun olduğu yerde müşteri aramak, ayakkabı boyamak imkansızdı. Çoğu zaman bizi yalnız yakalar, bakışlarıyla ve tavırlarıyla tehditler savururdu. Hiçbir boyacı çocuk ona karşı duracak gücü kendinde bulamıyordu.
O gün sabahtan öğlene kadar omuzumda boya sandığı, elimde terlik ayakkabı boyamak için çarşıyı dolaştım durdum. Top sahasına, Büyük Camii avlusuna, Belediye Çay Bahçesi’ne, bakkallara, bazı kahvehanelere, fırınlara, Sobacılar Sokağı'na, Sebze Hali Sokağı’na ve daha birçok yere uğradım. Terliği uzattığım herkes kaşlarını yukarı kaldırarak susuyordu ya dabir iki kelime ediyordu.
— Na.
— Boyamıyorum.
O gün için eve dönmem daha iyi olacaktı. Artık umudumu tamamen yitirmiştim. Öğle sıcağı altında alnımdan akan terleri sile sile eve doğru yol aldım. Bir dükkanın önünde oturan yaşlı bir adamı görünce istemsiz olarak hiçbir şey demeden elimdeki terlikleri uzattım.
— Kaça boyuyorsun boyacı.
— 200 lira Mamo.
— Tamam o zaman. Haydi baş boyeke.
Yaşlı adamın eskimiş ayakkabısını sevinçle aldım. Toz fırçası ile tozunu iyice aldıktan sonra boyamaya başladım. Yaşlı adam pürdikkat beni izliyor ve bir yandan “Baş boyeke.” diyordu. Ayakkabıların her tarafına süngerle iyice boya yedirdim ve ayakkabıları güneşte kurumaya bıraktım. Cila kutusunu açıp cilaladım, parlatma fırçası ile fırçaladıktan sonra kadife ile iyice parlatıp ayakkabıyı yaşlı adama uzattım.
— Mamo kerem ke.
Ben boya malzemelerini sandığa yerleştirip sandığı koluma astığım an yaşlı adam metal 500 lira çıkarıp verdi. Bozuk param yok deyip parayı bozdurmak için birkaç dükkan dolaştım. Parayı kimse bozdurmadı. Dönüp tekrar yaşlı adamın yanına geldiğimde yaşlı adam yerinde yoktu. Dükkan sahibine ve çevredeki birkaç boyacı arkadaşıma yaşlı adamdan 500 lira aldığımı ve para üstünü vermem gerektiğini söyledim. Sorduğum herkes yaşlı adamı görmediğini söyledi.
Yaşlı adam gelir diye oturup bir süre bekledim ama gelmedi. Hakketmediğim bir kazanç elde etmiştim. Bir tarafımhakkettiğimden fazla para kazandığı için seviniyordu. Bir tarafım ise üzülüyordu. Ne yapıp edip yaşlı amcayı bulmalı ve para üstünü geri vermeliydim. Ama yaşlı adamı yerinde bulamamıştım. Benim suçum yoktu ki. Belki de yaşlı adam bu para üstünü bana bahşiş olarak vermek istemişti. İçimdeki bu çatışmalarla madeni 500 lirayla manavdan biraz sebze alıp evin yolunu tuttum.
Akşam uykuya dalacağım esnada o gün yaşadıklarım gözlerimin önünden defalarca akıp geçti. İnsan yaptığı birdavranışın bütün sorumluluğunu alabilmeliydi. Doğru ile yanlış arasındaki fark neydi5? Bu farkı deneyimlemiş ve yanlış olanı seçmiştim. Her ne kadar bahanelerim de olsa, bile isteye yanlış olanı seçmiştim.
Hata yapmıştım ve belki de çocukluk hata yapmaktı. Küçük ya da büyük hatalar yapmaktı. Yanlış olduğunun farkında olarakhatalar yapmaktı. Hata gelip insanı buluyordu. Yaptığım ohata içimde bir pişmanlık oldu. Doğru yolda giden bir şeylerin eğrildiğini hissettim. Eğri yol içimde uzadıkça gölgesi de eğri olacak ve ruhuma yansıyacaktı.
Ertesi gün çarşıda dolaşırken sanki herkes önceki gün yaptığımı biliyormuş gibi hissediyordum. Çarşıda gözlerim hep o yaşlı adamı arıyordu. Ama bir türlü ona denk gelmedim.
Bütün aramalarım sonuçsuz kalacak ve bir daha yaşlı adamıhiç göremeyecektim...
Birkaç boyacı arkadaşıma olanları anlattım. Kimseden bir bilgi edinemedim. Artık düşünmenin ve yaşlı adamı aramanın bir anlamı yoktu. Hafızamda bu olay ile ilgili her şeyi silmekistedim. Hatırlamamak, olmamış gibi davranmak en iyisi olacaktı.
Sonraki birkaç gün boyunca birçok ayakkabı boyadım vebütün kazancım ile boyalar aldım. Piyasaya alışıyor veayakkabı boyayabileceğim mekanları keşfediyordum. Küçük kutu boyalar biriktiriyordum boyacı sandığımda. Alın teridökülerek hakkedilmiş küçük mutluluklar biriktirmiştim.
Günler hızla geçiyor ve ben her gün bu işe daha çok alışıyordum. Ama en ummadığım zamanda ummadığım bir haber gelip beni bulacak ve bütün moralimi altüst edecekti.
— Boyacı!i
— Ne var.
— Silho seni arıyor.
— ...
— Neden beni arıyor ki?
— Amcasının parasını yemişsin!..
— Ne amcası?
— Bilmem, Silho öyle diyor. Seni bulduğu yerde dövecekmiş.
— ...
Zihnim o an günler öncesine geri döndü. Elimdeki terlikleri arkama saklayıp o yaşlı amcanın önünden geçip doğruca eve gittim. Birkaç gün boyunca boya sandığını evin kuytu bir köşesinde sakladım. Hem ben bu yaz çalışmak istememiştim ki. Boya sandığını evin öyle gizli bir yerine saklamıştım ki bir sene daha orada bekleyebilirdi.
Ama hayat beklememişti. Sadece bir defa gördüğüm o yaşlı adam gelmiş, hatırlamak istemediğim, kalbime sıkıntı yapan o günde ayakkabılarını bana boyatmış ve para üstünü almamıştı. Hata beklememişti, ben o hatayı yapmıştım ve para üstünü iade etmemiştim. Pişmanlık da beklememiş ve gelip beni huzursuz bir ruh haline büründürmüştü.
Bütün boyacı çocuklar gibi ben de Silho’dan korkuyordum ve o korkum gelip beni bulmuştu. Onun ile yüzleşmem kolay olamayacaktı. O gün sürekli tetikte geçirdim bütün günü. Gelse al bu para üstü diyecek ve kurtulacaktım. Hatta istese madeni 500 lira çıkarıp verecektim. Kendi kendime karar vermiştim. Silho’nun beni bulamayacağı yerlerde çalışacaktım artık. O günü Silho’ya yakalanmadan geçirdim.
Sonraki gün Kesici Pasajı’nın arka çıkış kapısında ayakkabı boyarken başımda bir karartı hissettim. Başımı kaldırıp baktığımda Silho tepemde dikilmişti.
Beni yakalamış olmanın mutluluğu yüzünden okunuyorduSilho’nun. O an açık boya kutum dahil bütün boylarımı benden aldı ve kendi boya sandığına yerleştirdi. Yanımdan ayrılırken ehditler savuran ağzı mıydı gözleri miydi karar veremedim. Sadece sustum...
Silho alacağını alıp uzaklaşmıştı. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra ben tekrar o güne geri dönmüştüm. Yaşlı adamın ayakkabısını boyadım. Bana uzattığı madeni 500 lirayı almadan sessizce yanından kalkıp evin yolunu tuttum.
Güncelleme Tarihi: 09 Mayıs 2025, 21:07