ÖMER YILMAZ/YAZDI
Yazar Ömer Yılmaz 'Yankılaşan Boşluklar' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.
YAZARIN YAZISI ŞÖYLE:
Bir toplumun varlığı, sadece ses çıkarmasıyla değil, çıkardığı sesin başkalarında yarattığı yankıyla anlam kazanır. Sesini yitiren toplumlar yok olmaz, çünkü sessizlik her zaman mümkündür. Ama yankısını yitirenler, yani ürettikleri anlamların, paylaştıkları değerlerin, birbirlerine verdikleri karşılığın yansımasını kaybedenler, aslında varoluşlarını sorgulayan derin bir sessizliğe mahkûm olurlar. Toplumun ölümü, fiziksel bir yok oluş değil, ruhunun ve bilincinin içten içe erimesidir. Bu erime, kendi boşluklarımızı başka kulaklarda duyma umudunun sönmesiyle başlar.
İnsanın ruhunda, dış dünyadan soyutlanmış bir oda vardır. Bu oda dört duvarla çevrilidir ve tavanı göğe değil, kendi gölgesine bakar. Bu içsel mekân, aslında herkesin kendi benliğiyle yüzleştiği yerdir. Burada yankılanan sesler ne bir melodi ne de bir ağıttır. Onlar, ancak kendi sessizliğiyle çarpışan, savrulmuş nefeslerdir. Toplumsal düzeyde de benzer bir durum yaşanır. Kadim bağlarımız, bir zamanlar bizi bir arada tutan ortak hayallerimiz yavaş yavaş paramparça olur. Geriye kalan, birbiriyle temas etmeyen, bir arada ancak birbirini anlamayan bireylerin oluşturduğu boşluktur. Ve bu boşluk, sadece sessizlik değildir; kendi içinde yankılanan, her defasında daha derinleşen bir boşluktur.
Günümüzde birbirimizle iletişim kurduğumuzu zannederiz; fakat aslında sözlerimiz, düşüncelerimiz, duygularımız birbiri ardına kırılıp dökülmektedir. Sözcüklerimizi paylaşmıyoruz, yaralarımızı saracak olan empatiyi esirgiyoruz. Böylece sadece sesimizin kendi yankısını kovalıyoruz. Bu çatlaklarda biriken boşluk, iki kalp arasında bile kilitli bir sırrın yükseldiği boş bir niş gibi görünür. Bu nişte ne gerçeklik vardır ne de umut. Sadece bir soru döner durur: “Sen de mi kayboldun?”
Sessizlik içinde yankılanan bu boşluk, bazen bir davet gibidir. “Gel, içindeki kırıkları say ve yeniden inşa et.” Ancak bazen de, bastırılmış bir zilletin habercisi olur; kendi iç sesini kaybetmiş, kendine bile yabancılaşmış insanın derin utancı... Toplum da böyle bir ikilem içinde varlığını sürdürür. Bir yanda yeniden doğuş, yeniden başlama ihtimaliyle titrerken, öte yanda kendini bile duyamaz hâle gelmenin korkusuyla sarsılır.
Yankılaşan boşluklar, sessizliğin karanlığı kadar derindir. Ancak bu derinlik, bir kırılma noktasıyla aydınlığa dönüşebilir. Kırılma noktası, içimizdeki derin yaraların sesini duyduğumuz andır. Bu an geldiğinde, toplumsal yankı, bizi bireysel yalnızlıktan kurtarır ve ortak bir sızıya dönüştürür. Artık hakikat, bir yankıdır; başka bir kalpte karşılık bulduğunda, taşan boşluk yeniden özgürlük kazanır.
Bununla birlikte, yankılaşan boşlukları bastırmak, görmezden gelmek veya yok saymak sadece ertelemekten ibarettir. Asıl yapılması gereken, bu boşlukları nazikçe dinlemek, içgüdülerimizin kırık tellerinden süzülen melodiyi yakalamak ve o sesin bağrımıza yankılanmasına izin vermektir. Çünkü biz, sesimizi yitirdiğimizde değil, yankısını unuttuğumuzda kayboluruz.
Sonuç olarak, toplumun kendi yankılarını duyduğu, boşluklarını cesaretle kabul edip, onlarla barıştığı zaman yeni bir varoluşa kapı aralanır. Bu süreç sancılı olabilir, ancak yeniden doğuş ancak bu sancıyla mümkündür. Toplumsal hayatın anlamı, bireylerin kendi iç yankılarını bulmaları ve bu yankıların bir araya gelerek ortak bir müzik oluşturmasıdır. O müzik ise, ancak derin boşlukların farkına vararak ve onları dönüştürerek ortaya çıkar.
Güncelleme Tarihi: 05 Temmuz 2025, 12:16
Yüreğine emeğine sağlık ömer haca