Cizre barışta ısrarcı

Yine bir sabah Mardin Havaalanı. Yakıcı, boğucu, sıcak bir hava sarıyor insanı iner inmez. Boğucu olması hava durumundan mıdır yoksa içinde bulunduğumuz duygu durumundan mıdır diye düşünmeden edemiyor insan.

Cizre barışta ısrarcı
Yine bir sabah Mardin Havaalanı. Yakıcı, boğucu, sıcak bir hava sarıyor insanı iner inmez. Boğucu olması hava durumundan mıdır yoksa içinde bulunduğumuz duygu durumundan mıdır diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü gidiş nedenimiz turistik bir gezi değil. Ülkenin bu bölgesi bizim “boğucu” bulduğumuz bir havada nefes almaya çalışıyor yaklaşık son iki aydır.

28 Ağustos’ta gitmiştim en son Cizre’ye. Eyüp Ergen arkadaşımızın, iki çocuğun ve başka gençlerin keskin nişancılar tarafından vurulduğu zaman. On binlerin katıldığı bir cenaze töreniydi. İlçede hayat durmuş, hastanede çalışan sağlık emekçileri iş bırakmıştı o gün. Artık yeter diyorlardı. Silahların gölgesinde çalışmak yetmiyormuş gibi bir de öldürülüyorlardı. Yaşatmak için yola çıkan sağlık emekçileri arkadaşları vurulduğunda onu kurtaramamışlardı. Tam bir buçuk saat yerde yatan bedenine ulaşmaya çalışmışlardı. Öfkeliydi herkes bir o kadar da çaresiz. Cenaze töreni kitleseldi, taziye evleri dolup taşıyordu. Sokaklar sessizdi, tedirgindi kadınlar ve çocuklar özellikle. Barış işaretiyle selamlıyorlardı her geçeni. Bitsin istiyorlardı bu savaş. Ama bitmedi…

MİNARELERDEN EZAN OKUNMADI

14 Eylül sabahı kalabalık bir heyetle ulaştık tam dokuz gün aralıksız devam eden çatışmalar ve abluka altında kalan Cizre’ye. Sebze tezgahları, tek tük açık dükkanlar, gölgede oturan erkekler, kapı önlerinde kadınlar, çocuklar. Hayatın devam ettiğini, her şeye rağmen etmesi gerektiğini gösteren kıpırtılar. Bir gece önce tekrar ilan edilen sokağa çıkma yasağı sabah kaldırılmıştı. Sebebinin o gün hacca gidecek bir grubun kafileye katılması için olduğunu öğrendik belediye ziyaretimizde. Oysa biz biliyoruz ki oradaki minareler dokuz gün boyunca keskin nişancıların elindeydi ve yine dokuz gün boyunca o minarelerden ezan okunmamıştı. Elbette bu samimiyetsizliğin farkındaydı herkes.

Oraya gidene kadar okuduğumuz, izlediğimiz kadarını biliyorduk. Cizre halkının yaşadıklarını öğrenmek için oraları görmek gerekli. İnsanlık adına utanç verici şeylerdi gördüklerimiz. Ağustos sonunda gezdiğim mahalleleri tekrar dolaştık. Tabii şimdi akrepler, özel harekatçılar sokak başlarına kadar gelmişlerdi. Mahallenin içine giremeseler de akrepleri, TOMA’ları, vs. bilumum silahları ile delik deşik etmişlerdi bütün binaları, arabaları. İnsanlar dokuz gün boyunca elektriğin, suyun kesildiği koşullarda aç, susuz mahsur kalmışlardı. Bütün bunları anlatabilmek, gösterebilmek için çırpınıyorlardı. Israrla bahçelerine, evlerin içine çağırıyorlardı bizi. Bir evin içine girdiğimizde manzara korkunçtu. Evin duvarları delik deşikti. Duvarın birinde kocaman bir oyuk açılmıştı. Kadınlar ve çocuklar sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi anlatıyorlardı. Evi taramaya başladıklarında evin diğer tarafından komşular duvarı kırarak içeridekilere bir geçit yapmışlardı. O evdekiler öyle kurtarmıştı canlarını.

SÖZE BARIŞ DİYE BAŞLIYORLAR

Ama canını kurtaramayan yirmi bir sivil vatandaş vardı dokuz günün sonunda. On beş kişi ateşli silahla öldürülmüştü. Altı kişi ise hastaneye ulaşamadığı için hayatını kaybetmişti. Ambulans hizmeti hiç verilememişti. Eczaneler açılamamıştı. Fırınlar ekmek çıkaramamıştı. Sarayın diktatörlüğünü, iktidarın geleceğini korumak için bir kıyım yaşamıştı Cizre halkı. Sokakta karşılaştığımız herkes özellikle kadınlar bizlere sarılırken barış diye söze başlıyorlar ve anlatıyorlardı hâlâ nasıl ayakta olduklarını, yıkılmadıklarını. Israrla da geldiğimiz yerlere anlatmamızı istiyorlardı yaşadıklarını. Ne de olsa onlar da biliyordu barış olacaksa hep birlikte getirilecekti ülkenin doğusuyla batısıyla. Biz de söz verdik bu istediklerini taşımaya döndüğümüz yerlere. Onlar orada bütün bunları yaşarken bizlerin de iyi olmadığını söyledik.  Bu kadar saldırıya, bu kadar can kaybına karşı dimdik ayakta olduklarını, çeyrek asırdan beri kırılamayan direnişin dokuz günde bitirilemeyeceğini de özellikle belirtiyorlardı.

SAĞLIKÇILAR HASTANEDE REHİN KALDI

Dokuz gün boyunca hayat durmuş, ekmek, su gibi en temel ihtiyaçlar bile karşılanamamıştı. Hastalanan çocuklar, kronik hastalığı olanlar, yaralananlar, doğum yapacak kadınlar hastaneye gidememişlerdi. Heyet olarak son uğradığımız kurum Cizre Devlet Hastanesi oldu. Hani savaş koşullarında bile dokunulmaması gereken, uluslararası sözleşmelere göre korunması gereken sağlık kuruluşlarından birisi. Ama bizim burada gördüğümüz güvenlik işi fazlaca abartılmıştı. Hastanenin bahçesinden başlayarak acil servisin içine kadar özel harekatçıların karargahı haline getirilmişti. Bahçede akrep tipi araçlar, TOMA’lar. İçeride uzun namlulu silahları ile çelik yelekli özel harekatçılar. Çatışmaların başladığı ilk günden itibaren görevlerini en iyi şekilde yapmaya çalışan sağlık emekçileri ile konuşuyoruz ayaküstü. Oldukça tedirginler. Olayların başladığı ilk gün işlerini yapamaz hale geldiklerini, özel harekatçılar tarafından tehdit edildiklerini hatta hastanede rehin kaldıklarını anlattılar. Basına yansıdığı gibi sağlık çalışanı sıkıntısı olmadığını, sağlık çalışanlarının evlerinden hastaneye gelemedikleri ve can güvenlikleri olmadığı için hastanenin çalışmadığını, ambulans hizmetini veremediklerini belirttiler. Yasak boyunca onlarca diyaliz hastasının seansları aksamış, çeşitli çabalar sonucu bu hastaların bir kısmı ilçe dışındaki merkezlerde diyalize girebilmişler. Bu hastaların mahalleden çıkmaları ise içler acısı. Sebze taşınan el arabalarıyla belirli noktalara getirilebilmişler ancak.

HASTALARIN ÇOĞU ÇOCUK

Hastaneyi ziyaretimizde sadece acilin çalıştığını, poliklinik hizmeti verilemediğini çünkü halkın korkudan hastaneye gelmediğini öğrendik. Acil servise gelen hastaların çoğunluğu çocuk hasta. Salgın haline gelmese de temiz içme suyuna ulaşılamadığı ve mama dahil yeterli gıdaya ulaşılamadığı için hepsi ateş, ishal, kusma şikayeti ile getirilmişler hastaneye. Hastanenin çalışan diğer birimi kadın doğum kliniği. Bir gece önce toplam altı kadın doğum yapmış. Ayrıca gelen gebelerin çoğu strese bağlı erken doğum ve düşük tehdidi ile başvurmuşlar. Dokuz gün boyunca yaralananların hiçbiri hastaneye başvurmamış. Diyaliz ünitesi hasta almaya, 112 acil sağlık hizmeti vermeye başlamıştı.

Sağlık emekçileri silahların gölgesinde çalışmak istemediklerini, yaşatmak için burada olduklarını ancak can güvenliklerinin olmadığını belirttiler. Bütün bu taleplerini yetkililere ilettiklerini ancak dikkate alınmadıklarını söylediler.

Onların da tek isteği vardı: BARIŞ…EVRENSEL

Güncelleme Tarihi: 18 Eylül 2015, 09:22
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER