'OHAL'in hesabı verilmeli'

Bölgede Kürt hareketinin büyük çıkış yaptığı 1987'de uygulamaya konulan, resmi olarak yürürlükten kaldırıldığı 2002 tarihi sonrasında da fiili olarak uygulamaları devam eden OHAL döneminde, vahşet politikalarının sonucu olarak 4 bin köy yakıldı, 3 milyon kişi göç etti ve 17-18 bin faili meçhul cinayet yaşandı.

'OHAL'in hesabı verilmeli'
 Dönemin tanıklarından Av. Mehmet Emin Aktar, OHAL'in kaldırılmasını lütuf olarak görülmemesi gerektiğini kaydederek, sürecin sağlıklı yürütülebilmesinin ön koşullarından birisinin yüzleşmekten geçtiğini ve bunun ön koşul olması gerektiğine dikkat çekti. 

Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği (OHAL), bölgedeki 8 ilde başlayan ve bu illerde "terörle mücadele" adı altında güvenliği sağlamak iddiasıyla 19 Temmuz 1987 yürürlüğe konuldu. Göreve başlayan valiliğin kurulmasıyla Bingöl, Diyarbakır, Hakkâri, Elazığ, Mardin, Siirt, Van ve Dersim'de "Olağanüstü Hal" uygulanmaya başlandı. Olağanüstü hal uygulanan iller zamanla artmakla birlikte 30 Kasım 2002 tarihinde OHAL kaldırıldı. Olağanüstü hal süresince 6 vali görev yaptı. Olağanüstü hal valileri, diğer valilerden daha çok yetkiye sahip olması nedeniyle kamuoyunda "Süper Vali" olarak tanımlandı. İlk Olağanüstü Hâl Bölge Valisi ise, 4,5 yıl süreyle en uzun süre görev yapan Hayri Kozakçıoğlu oldu. Daha sonra bu görevi, Necati Çetinkaya, Ünal Erkan, Necati Bilican, Aydın Arslan ve Gökhan Aydıner yürüttü. 

Bölgede daha sonra Adıyaman, Bitlis ve Muş'da OHAL'e alınırken, 1990'da Batman ve Şırnak'ın il olmasıyla bu sayı 13'e yükseldi. Bitlis 1994'te mücavir il yerine olağanüstü hal kapsamına alındı. 1996 yılında ise, ilk olarak Elazığ daha sonra Mardin, Muş, Bingöl, Batman, Bitlis, Siirt ve Van kapsam dışına alındı. Olağanüstü hal her 4 ayda bir olmak üzere toplam 46 kez uzatıldı. Olağanüstü hal 1987'de başlamasına karşın 1978'den beri bölgede sıkıyönetim söz konusu oldu. Bunun sonucu bölgede yaklaşık 23 yıl süresince normal olmayan yönetim biçimi yaşandı. OHAL'in bölgede kaldırılmasından sonra da, fiili olarak uygulamalar devam etti.

Travma denilince OHAL akla gelir


Bir dönem faili meçhul, işkence, kayıplar, katliamlar, köy yakmalar, yerinden yurdundan zorla göç ettirme, taciz, tecavüz gibi birçok olayın arkasında OHAL uygulamaları çıktı. Bölgede kirli politikaları uygulamaya sokan ve o oranda da örten OHAL boyunca özellikle l987-1998 yılları arasında "güvenlik ve kimlik" gerekçesiyle zorla göçe tabi tutularak yerinden edilenler sorunu, Türkiye'nin var olan siyasal, sosyal, ekonomik ve sosyo-psikolojik sorununu daha da büyüttü. Sayıları yaklaşık olarak 3 milyonu bulan zorla göç ettirilenlerin yaşadığı kimliksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik travmanın halen ciddi bir tehdit potansiyeli. OHAL döneminde köy yakma olayları, faili meçhul cinayetleri, JİTEM ve Hizbullah katliamları yoğun bir şekilde kendini hissettirirken, 17 bin faili meçhul cinayetin işlendiği, 4 bin köyün yakıldığı, 3 milyona yakın yurttaşın yerinden yurdundan zorla şehirlere göç ettirilmesi Kürt sorununu yeni boyutlara da taşıdı. OHAL ile birlikte, çatışmaların yaşandığı bölgede korucuların sayısında da büyük bir artış yaşandı. 1990'ların sonlarına gelindiğinde korucuların sayısı ise, 90 bine ulaştı. 

1990 ile 2002 yılları arasında OHAL'in kalıntılarından koruculuk sistemi, büyük tahribatlara neden oldu. Bölgede birçok olaya karışan korucular, başta taciz ve tecavüz olayları olmak üzere zorla göç ettirilme, insan kaçakçılığı, faili meçhul cinayetler, köy yakma, halkın malına konma gibi ihlallerde yer aldı. İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre, 1985-2006 yılları arasında 5 bin 139 korucu suç işledi, 853'ü ise tutuklandı. Bunların 964'ü mala karşı bin 341'i şahsa karşı (öldürme, yaralama, tecavüz vb.) işlenen, 443'ü kaçakçılık, geri kalanı "terörle mücadele" ile ilgili suçlar olurken, 264'ü hüküm giydi.

OHAL'in karakutusu Kozakçıoğlu intihar etti! 

OHAL'in ilk valisi olarak atanan Hayri Kozakçıoğlu, 4 yıl bu görevi yürüttükten sonra 19 Ağustos 1991'de İstanbul Valiliği'ne atandı. Kozakçıoğlu'nun İstanbul'a atanmasının hemen öncesinde Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın katledildi. Aydın'ın katledilmesi, Kozakçıoğlu döneminin bölgedeki son icraatı oldu. 10 Temmuz 1991'de yapılan cenazede ise polisin ateş açması sonucu 6 kişi yaşamını yitirdi, bine yakın kişi de yaralandı. Kozakçıoğlu, 23 Mart 2007 tarihli Zaman gazetesine, devletin Hizbullah'a sempatiyle baktığını, JİTEM, MİT ve Emniyet'in Hizbullah ile istihbarat paylaşımı yaptığını itiraf etmişti ve "Bu gayet doğal bir durum. Eğer Hizbullah PKK'nin yerlerini tespit konusunda bir adım öndeyse, onlardan istihbarat alınmasında bir sorun yok" demişti. İsmi bölgede yaşanan faili meçhuller, köylerin boşaltılması gibi olaylarla anılan Kozakçıoğlu, gündemden hiç düşmedi. Kozakçıoğlu, İstanbul'da 24 Mayıs'ta kalbine tek kurşun sıkarak intihar etti. Bir dönemin karanlık olaylarında büyük imzası olan ve OHAL'in kara kutusu olarak anılan Kozakçıoğlu'nun ölümüyle birlikte birçok olayın da üstü örtülmüş oldu. 

'OHAL uygulamaları sıkıyönetimi geçti'

OHAL döneminde çeşitli tarihlerde İHD ve Diyarbakır Barosu'nda görev yapan Avukat Mehmet Emin Aktar, OHAL döneminde tanık olduğu ve o dönemden beri yaşananları bir bir anlattı. Aktar, 1988 yılından beridir Diyarbakır'da olduğunu ifade ederek, kentin sıkıyönetimden sonra 19 Temmuz 1987 tarihinde OHAL kapsamına alındığını ifade etti. Aktar, "Sözüm ona normalleşme adına sıkıyönetimden çıkıp, OHAL'e geçti" diyerek, geriye dönülüp bakıldığında OHAL uygulamalarının sıkıyönetim koşullarına göre daha ağır koşullar olduğunu aktardı. Aktar, şunları söyledi: "Kürt siyasal hareketinin yürütmüş olduğu mücadeleyle bu koşullarının yaşatıldığını, bu mücadeleyi boğmak adına bunların yapıldığını biliyoruz. O dönemde yaşananların neler olduğunu, yerinden edilmeler, faili meçhul cinayetler vb. Şuna bakmak gerekiyor, OHAL bir hukuk yarattı aslında. Bu hukuk yazılı değil. İdari pratikler üzerinden yürüyen bir şeydi. Mesela keyfi gözaltılar, başka yerde 15 gün ise OHAL'de 30 gündü. Bu 30 gün uygulanıyordu. İşkence sistematik bir şekilde uygulanıyordu. Kişi bildiklerini tümünü açıklasa da işkence görüyordu. Gözaltındaysanız, alınıyorsanız fiziki anlamda ağır işkenceler yürütülüyordu. Diğer taraftan OHAL Bölge Valisi, istediği kişiyi bölge dışına sürebiliyordu. Üstelik siz bu karara karşı yargı yoluna başvuramıyordunuz."

'Zulüm bu topraklarda aynı merkezden yönetildi'

Aktar, OHAL'in aslında sadece bir ilde değil, bütün bir coğrafyada birbirine uyumlu bir uygulama pratiğini hayata geçirdiğini aktararak, "Zulüm bu topraklarda, hukuksuzluk bu topraklarda bütüne yayılmış oldu ve aynı merkezden yönetilmiş oldu. Hukuksuzluk nasıl yönetilir, onu ancak yaşayarak öğrenilir. Peki bunun dışında neler yapılıyordu. Yargı tamamen zapt u rapt altındaydı. Bugün de önemli ölçüde öyle ama şimdi yargı, bir güç olarak çıktı ortaya. 1990'lı dönemlerde OHAL döneminde yargı tamamen JİTEM'in, Jandarmanın, Emniyet'in, OHAL Bölge Valisi'nin denetimindeydi. Yargı üzerine baskı kuruluyordu" diye konuştu.

'Bütün acılar yaşatıldı'

O dönemde insanların sorgusuz-sualsiz katledildiğini ve bunlardan birinin Necati Aydın olduğunu ifade eden Aktar, döneme dair anlatımların şöyle sürdürdü: "Necati Aydın adliye binasının içerisinden JİTEM tarafından alınıp, infaz edildi. Bu tabii ki, bir travma getirdi. 40-50 bin insanımızı kaybettik, ama şunu unuttuk. Geride yaşayanlar nasıl yaşıyorlar, onlar hangi travmalarla baş etmek zorunda kalıyor. Çünkü insan bu topraklarda ölülerinin yasını tutacak zamanı bulamadılar. Çünkü peşinden başka bir acı yaşadılar. Dumanı tüten köyler, işkenceden geçirilen insanlar, tutuklanan binlerce insan, taranılmış gösteriler, sokak infazları, kaybettirilmeler, ölüye saygısızlık, yerlerde sürülen gerilla cenazeleri, bunların tümünü yaşadık."

'OHAL geride ağır bilanço bıraktı'

1994 yılında farklı konseptlerin devreye girmesiyle gazetelerin dahi artık satılamaz duruma geldiğini dile getiren Aktar, "O dönemde yaptığımız İHD kongresine katılanlar 'gözüme bakarak bir an önce kongre bitse de gitsek' der gibi bakıyorlardı. Alelacele büyük bir telaşla kongrelerimizi yapıyorduk. Çünkü birçok üyemiz alınmıştı, kaybedilmişti. Dernek binalarımız bombalanmıştı. Arşivimiz talan edilmişti. O dönemde sivil mücadeleyi, demokratik mücadeleyi yürütmek gerçekten çok zordu. Siz daha görünür olurdunuz. Psikolojik olarak hepimiz, toplum olarak ağır travmalar geçirdik. Peki bunun için ne yapmak gerekiyor. OHAL 2002 yılında kaldırıldı ama, OHAL'in kaldırılması yetiyor muydu? Hayır. OHAL'in beraberinde geride bıraktığı bu ağır bilançoyu, bu ağır tabloyu, bütün ülkenin gözüne sokarcasına göstermek gerekiyor. Yüzleşmek gerekiyor. OHAL döneminde yaşananların hakikatlerinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu hakikati görmeden, bu hakikati ortaya çıkarmadan bu toplumsal travmanın aşılması son derece zor. Neden? Çünkü onlar ortaya çıkacak ki bütün toplum yasımızı tutsun. O yasımızı tutuktan sonra bunların nedenlerini bileceğiz ki geleceğe daha güvenle bakalım. Yoksa başka türlü bir sonraki kuşağa bir sonraki kuşağa biz bu travmalarımızın bir kısmını aktararak geçmiş olacağız" diye kaydetti. 

'Yüzleşilmesi gerekiyor' 

"En önemlisi ise biz kendimize bir hafıza oluşturmamız gerekiyor. Yaşananların bir daha tekrarlanmaması adına. Bir daha yaşanmaması için ne yapmak gerekiyor? Bunları belgelemek gerekiyor. Bir kısmı belgelendi ama bunlar çok az" diyen Aktar, bugüne kadar açılmış sadece 3 JİTEM davasının olduğunu belirterek, bunun da yeterli olmadığını söyledi. Aktar, o dönemde yaşananlardan hesap verilmesi gerektiğini vurgulayarak, Ergenekon davasında ise şimdiye kadar faili meçhul cinayetlerle ilgili hiçbir şeyin olmadığını belirtti. Aktar, bu konudaki sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Şimdi kalkıp 'biz OHAL'i kaldırdık, lütuf ettik. Siz buna minnettarlık ve şükran duymalısınız' deniliyor. Hayır, tam tersine yaklaşık 25 yıllık bir süreçte olağanüstü bir rejimle yönetilmiş bu topraklar. Bu dönemde yaşananların tümü açığa çıkarılması gerekiyor. Bize bir hesap verilmesi, özür dilenmesi gerekiyor. En azından tarihle yüzleşilmesi gerekiyor ki, bir anlam kazansın. Örneğin son süreçte herkes biraz daha temkinli davranıyor. Aman ne olur hassas davranalım süreç zarar görmesin. Hayır, tam tersine bu sürecin sağlıklı yürütülebilmesinin ön koşullarından birisi aslında orayla yüzleşmekten geçiyor. Bu aslında ön koşul olması gerekiyor. Sağlıklı bir çözüm açısından bu, olmazsa olmaz koşullardan biridir. Tek çare yüzleşmek ve o hakikati görmekten geçiyor." DİHA

Güncelleme Tarihi: 18 Temmuz 2013, 12:06
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER