Radikal yazarından kağıt gazeteye veda

Özgür Mumcu: Kâğıt nostaljisi yapmanın pratik bir faydası yok. Haber nostaljisi yapmayalım yeter

Radikal yazarından kağıt gazeteye veda
 Radikal gazetesi bugün son sayısıyla okuyucularıyla buluşuyor. Gazete yazarlarından Eyüp Can, İsmet Berkan, Mehmet Y. Yılmaz, Koray Çalışkan, Cengiz Çandar, Özgür Mumcu, Murat Yetkin ve Fatih Özatay kağıt gazeteye veda yazılarıyla okuyucularının karşısına çıktı.

İşte 8 yazarın yazılarının ilgili bölümleri şöyle:

Eyüp Can - Hiç bitmeyen dua

Bugün Radikal’in kâğıt baskısının son günü.

Evet biraz hüzünlü ama aynı zamanda heyecanlıyız.

25 binlik tirajıyla Radikal’i kâğıda basmak maalesef ekonomik değil.

Ama dijitalde Radikal her gün 1 milyonun üzerinde tekil okura ulaşıyor.

Bu da 18 yıllık Radikal markası adına bizi heyecanlandırıyor…

Radikal artık sadece dijital, kâğıda elveda diyen Türkiye’nin ilk ve tek dijital gazetesi.

Gazete nedir?

Kâğıt mı, mürekkep mi, baskı makinesi mi?

Yoksa haber, yorum ve reklam mı?

Tıpkı roman gibi günlük gazeteler de Sanayi Devrimi’nin ürünü.

Öyle ki ünlü Alman filozofu Hegel gazeteler için ‘modern insanın sabah duası’ demiş.

Hakikaten de öyle değil mi?

Niçin dua eder insan?

Kendi fiziksel dünyasının dışında metafizik bir varlıkla iletişim kurabilmek için.

Niçin gazete okur modern insan?

Kendi dünyasının dışına çıkabilmek, etrafında olan bitenden haberdar olabilmek için. Bir bağdır gazete, bizi bizim dışımıza bağlayan…

* * *

Tıpkı dua gibi…

Ritüelleri vardır, ritmi vardır, zamanı ve temrini vardır.

Tek kişilik bir duadır, toplu okunmaz.

Sabahları okunur, akşama bırakılmaz.

Her din gibi gazetelerin de kendine özgü kuralları vardır.

Tek kişilik ayinleri, cuma, cumartesi, pazar duaları vardır.

Her köşe başında vaizleri, her mahallede bayileri, hemen her sokakta takipçileri vardır. Güne gazete ile başlanır… Çünkü gün gazetedir.

Dün, bugün, yarın gazetelerde yeniden var olur.

Gündemi gazeteler belirler, gazeteleri gündem.

Bu yüzden tam iki asırdır "Gazeteler modern insanın sabah duasıdır."

Ama artık insanlık sabah duasıyla yetinmiyor.

Dijital insan her an kendi dünyasının dışına çıkabilmek, etrafında olan bitenden haberdar olmak istiyor. Her an her yerde bildiği dilde, inandığı dinde dua edebilmek, etrafıyla iletişim halinde olmak istiyor.

* * *

Katıldığım birçok toplantıda soruyorlar…

"Gazete ölecek mi?" diye…

Din öldü mü? İnsanlık dua etmekten vazgeçti mi? Hayır.

Çünkü dua da gazete de bir ihtiyaç.

Hatta siz buna sevişmeyi de ekleyin.

Çünkü Albert Camus “Geleceğin tarihçileri modern insanı tarif ederken ‘Onlar sevişir ve gazete okurlardı’ diyecekler” diyor.

Sevişmek, dua etmek ve gazete okumak; aynı ihtiyacın sonucu.

Kendini aşma, kendi dışında birileriyle bağ kurma.

İnsanlık ne sevişerek çoğalmaktan vazgeçti ne dua ederek huzur aramaktan ne de gazete okuyarak anlamaktan, öğrenmekten, sorgulamaktan.

Bütün mesele gazetelerin dijital dünyanın ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlanması.

Okurla o bağın yeniden kurulması.

Sabahtan akşama duanın gün boyu sürebilmesi.

* * *

Dinler kendisini yeniliyor, bin yıllık dualar, mabetler değişiyor gazeteler mi değişmeyecek?

Elbette değişecek.

Değişecek ama ne yönde?

Her şeyden önce kıblesini her anlamda okura dönerek…

Günün 24 saati okurla beraber olarak…

Dolayısıyla biz gazeteye ya da gazeteciliğe değil kâğıda veda ediyoruz. Her gün 300 bin kişi cep telefonundan okuyor Radikal’i.

Buna tableti ve web’i eklediğinizde 1 milyonu geçiyor.

Sosyal medyada 1.5 milyon takipçisi var Radikal’in, dahası sosyal medyada haber ve yorumları en çok paylaşılan gazetelerden biriyiz.

Çünkü güçlü yazarları ve sağlam editoryal kadrosuyla uzun zamandır gerçek anlamda dijital yayıncılık yapıyor Radikal.

Gazeteler için ‘kendin çal kendin oyna dönemi bitti.’

Artık hep birlikte çalıp birlikte oynama zamanı.

Bugün Radikal’in güçlü yazar kadrosunun yanı sıra 7 bini aşkın blog yazarı var mesela. Her gün birbirinden ilginç, her şeyi ve herkesi didikleyen 150’nin üzerinde yazı yayımlanıyor blog sayfamızda.

Eskiden okur sadece okurdu şimdi aynı zamanda yazar.

Ve biz dijital dünyada hem okuyan hem yazan, her daim tepkisini koyan okurlarımızla büyüyoruz…

Bu yüzden kâğıda ‘veda’ ederken aslında yepyeni bir dünyaya ‘merhaba’ diyoruz. O dünya her an yanı başınızda…

Radikal.com.tr her daim elinizin altında… Sabah, öğlen, akşam, gece hiç bitmeyen bir dua…

Hegel cep telefonundan, tabletten, bilgisayardan her an gazeteleri okuduğumuzu görse ne derdi acaba?

Herhalde dijital dünyada "Gazete, modern insanın hiç bitmeyen duasıdır" derdi.

Hiç bitmesin duamız…

İsmet Berkan - Ömrümüzün 18 yılı...

Son olarak bu sabah başıma geldi. Yürüyüş yaparken yanında eşi ve çocuklarıyla birisi önümü kesti, "Daha lisedeyken sizin yazılarınızı okurdum" dedi.

50 yaşındayım ve bugün çoluk çocuğa karışmış insanların gençliklerinde bir biçimde hayatlarına dokunmuşum. Mutlu mu olmalıyım, kendimi daha da yaşlı mı hissetmeliyim, bilemiyorum böyle durumlarda.

18 yıl geçmiş... Sahiden de dile kolay.

18 yıl önce bu vakitlerde, bugün benden bu ‘son yazı’yı isteyen editör arkadaşım Ali Topuz, "Ben avukatlık yapmak istemiyorum, gazeteci olmak istiyorum" diyerek karşımda oturuyordu.

Radikal’i çıkartacaktık, kadro oluşturmaya çalışıyorduk, çoğu iş görüşmesini ben yapıyordum. Tecrübeli gazeteciler kadar bilgili ve yetenekli ama gazeteciliğe yeni başlamış/başlayacak insanlar da arıyorduk.

Çıkarmayı tasarladığımız, satır satır, sayfa sayfa, isim isim özendiğimiz gazetemiz için belki on belki daha fazla reklam ajansına ‘brief’ verdik. Mehmet Yılmaz, Yeşim Denizel ve ben gidiyorduk genellikle ajanslara.

O ajanslardan olağanüstü güzel kampanyalar geldi. Ama bir tanesi bizi can evimizden vurdu, Young&Rubicam Reklamevi’nin ‘O bir radikal’ kampanyasıydı bu.

Ajanslardan gazeteye isim de önermelerini istemiştik; Y&R Reklamevi’nin yaratıcı yönetmenleri Serdar Erener ve Uğurcan Ataoğlu, ‘Radikal’ adını öneriyordu.

Peki ama Radikal genellikle olumsuz anlamlar çağrıştıran bir kelime değil miydi? Ve bir soru daha: Peki biz radikal miydik?

İlk sorunun cevabını ajans da düşünmüştü, buldukları çözüm makul ve iyiydi. Ama ikinci soruyu sadece biz cevaplayabilirdik.

İşte o noktada Mehmet Yılmaz’ın ne denli önemli ve iyi bir lider olduğu ortaya çıktı. Bizi zaten o noktaya kadar getirmiş olan Mehmet Yılmaz’dan ve onun vizyonundan başkası değildi. Şu cümlesi beynime kazındı: "İnsan haklarının ve çoğulcu demokrasinin eksiksiz biçimde hayata geçmesini talep etmek, onun ötesinde taraf tutmamak bir Batı ülkesinde ‘normal’ olabilir ama Türkiye’de bunları savunmak bizi ‘radikal’ yapar. Yaparsa da yapsın."

Bu inançla Aydın Doğan’ı da ikna etti Mehmet Yılmaz ve bu gazete çıktı.

Yayımlanmaya başladıktan sadece dört yıl sonra, 2000 yılı ekim ayında ben devraldım ve on yıl boyunca yönettim.

Bugün Türkiye hâlâ 18 yıl önceki gibi insan haklarının ve çoğulcu demokrasinin eksiksiz biçimde hayata geçmesini beklediğine göre aslında Radikal’in temel misyonu devam ediyor. Ama maalesef Radikal bildiğimiz anlamıyla veda ediyor, yayınına internet üzerinden devam edecek.

Bundan 18 yıl önce "İnsan hakları ve çoğulcu demokrasi eksiksiz uygulansın" dediğinizde, sırf bu cümleyi kuruyor olmak bile sizi ‘bölücü’, ‘bozguncu’, ‘marjinal solcu’ hatta ‘anarşist-terörist’ diye damgalamaya yeterdi; Radikal en azından bu cümlenin bir temenni cümlesi olarak iktidardan muhalefete bütün siyasetin diline girmesini sağladıysa bile bu bir tesellidir.

Radikal’i hep bu temel cümlenin etrafında yönetmeye çalıştım. Avrupa Birliği’ne tam üyeliği savunurken de başka kimsenin yazmadığı başörtüsü dahil insan hakkı ihlallerinin peşine düşüp onları bayraklaştırırken de Kürt sorununun eşitlik temelli çözülmesi gerektiğini söylerken de bir siyasi parti veya anlayışı değil bu temel ilkeleri gözetiyorduk.

Türkiye’nin başbakanı "İşkenceye sıfır tolerans"’ dediğinde onu övdük; aynı başbakan kendi eliyle kurduğu ‘İnsan Hakları Yüksek Kurulu’ çıkıntılık yaptı diye onu kapatınca en ağır dille eleştirdik. Erdoğan "Kürtlerin sorunu bizim de sorunumuzdur" dediğinde yanında olduk; "Şemdinli’dekilerin şahitliği kabul edilemez" dediğinde karşısında.

Türkiye’nin belki de en badireli 10 yılıydı 2000-2010 arası. Bugün dahi o badirelerin atlatıldığı söylenemez. Bir büyük ekonomik kriz, üstüne büyük bir siyasi altüst oluş... Darbe girişimleri, varolduğu kadarıyla bile demokrasiyi tehdit eden ulusalcı kutuplaşma, sanki ilkelere dayalıymış pozu veren ama aslında basit bir iktidar savaşı olan mücadele, demokrasi vaatlerinin araçsallaştırılması...

Bütün bunların arasında kendi kurucu ilkelerimizden taviz vermemenin bir bedeli oldu. Günü geldi, ‘Ak Parti destekçisi’ ilan edildik; günü geldi ‘demokrasi mücadelesinde Ak Parti’nin arkasında durmamak’la itham edildik, "Radikal artık radikal değil" cümlesi sık sık telaffuz edildi. Ama bir biçimde hep ana tartışma gündeminin belirleyicilerinden biri olduk. Çünkü gazeteciliğimize yön veren temel ilkelerimizden hiç vazgeçmedik. Bu gazetede medenice ifade edildiği sürece her görüş kendine yer buldu.

Elbette onlarca, yüzlerce, belki binlerce hata yaptık. Kırdığımız, üzdüğümüz, ciddi biçimde örselediğimiz insanlar da oldu mutlaka. Bu, bir teselli midir bilmiyorum ama hatalarımızın hiçbiri kasıtlı değildi; fark ettiğimiz anda hep özür dilemesini de bildik. Fakat yine de yanlış haberlerden kaynaklanan hatalarımız olduysa hepsinin sorumluluğu benimdir.

Bu gazetenin kurucusu ve temel ilkelerinin belirleyicisi Mehmet Yılmaz oldu. Onun liderliği ve vizyonu olmasa Radikal de olmazdı. Ben, Mehmet Yılmaz’ın Radikal’i hazırlamak için seçtiği o ilk çekirdek ekibin bir üyesi olduğum için hep gurur duydum. Daha sonra o ilkelerin sürdürücüsü olmaya çalıştım, 10 yıl boyunca bu gazeteyi yönettim.

Radikal’de çok önemli, çok değerli gazetecilerle birlikte çalışma onuruna sahip oldum. Bir kısmı gazeteciliğe bizimle birlikte başladı; birer yıldıza dönüşmelerini izlemek, onlara girdikleri yolda köstek değil hep destek olmak gerçekten sevindiriciydi. Zaten iyi gazeteciler olarak Radikal’e gelen ve bu gazeteye çok büyük katkılar veren arkadaşlarımız da oldu elbet; onlarla birlikte çalışmak hep bir gurur kaynağıydı.

Bana soracak olursanız Radikal için sonun başlangıcı 2001 ekonomik krizi oldu. Sadece Radikal de değil; bütün yazılı basın için bir anlamda milat, bir anlamda ‘sonun başlangıcı’ oldu o kriz şartlarında ayakta kalmak için yapılan tercihler.

Benim, ‘Daha az haber daha çok görüş ve slogan’ diye özetlediğim bu anlayış maalesef Radikal’i bir yola soktu ve oradan geri dönmek, tekrar normal bir patikada daha çok ve kaliteli özgün haberle okuyucusunu aptal yerine koymayan, ona yön vermeye çalışmayan bir gazeteye geri gelmek mümkün olmadı.

Daha çok ve kaliteli haber yayımlamak yerine daha çok görüş ve manşetlerde slogan atmak, okuyucunun bir bölümünü uzaklaştırırken kalanını da daha fazla slogan ister, daha fazla taraflı olmayı talep eder hale getirdi. Bize rakip olarak çıkan gazetenin adının ‘Taraf’ olması hiç de şaşırtmadı beni.

Gazetecilik yapması pahalı bir iş. Haberleri söküp almak, onları derinleştirmek, eksik unsurlarını tamamlamak uğruna bir haberin üstüne bir muhabirle birlikte haftalarca yatmak... Bunların finanse edilmesi için gazetenizin para kazanması gerek.

Aydın Doğan hep söyler: "Gazetelerin bağımsızlığının ve kalitesinin yegâne güvencesi onların mali bağımsızlıkları, yani para kazanan işletmeler olmalarıdır."

Bugün maalesef gelinen nokta, mali bağımsızlığın bir daha sağlanamayacağına kanaat getirildiği, zararın daha fazla taşınamayacağı bir nokta.

Kâğıda basılı, her sabah elimize alıp satır satır hatmettiğimiz Radikal artık olmayacak.

Bırakın onu tasarlayan, onu yapan, orada yazan biri olmayı, okuyucusu olarak bile hayatımızın 18 yılı kapanıyor. 18 yıl... Dile kolay.

Hoşça kal.

Mehmet Y. Yılmaz - Kaç kişiydik o zaman, bak kaç kişi kaldık şimdi

Çok tuhaf bir duygu yaşıyorum.

13 Ekim 1996 günü, Radikal’in 'Yıl: 1, Sayı: 1' nüshasının son sayfasındaki yazımı şöyle bitirmiştim: “Herkese merhaba!”

Ve şimdi, Radikal’in kâğıda basılı son nüshasında bir “Radikal’e elveda” yazısı yazıyorum.

Radikal’i yayına hazırladığımız 1996 yazını hiç unutmayacağım.

Başlangıçta dört kişiydik: İsmet Berkan, Yeşim Denizel Boratav, Reha Mağden ve ben.

Posta gazetesindeki görevlerimizi başka arkadaşlarımıza devretmiş ve yaz sıcağında yeni bir gazetenin hazırlıklarına başlamıştık.

Nasıl bir gazete çıkarmak istediğimi gayet iyi biliyordum.

Bütün siyasi fikirlere eşit mesafede duran, diğer gazetelerin önemsemedikleri insan hakları, çevre ve adalet sisteminden kaynaklanan adaletsizliklerle mücadele edecek, okuyucusunu aptal yerine koymayacak bir gazete.

Deyim yerindeyse her biri Türkiye’yi sarsacak olaylar olan ama ana akım medyada kendisine yer bulamayan haberlerin peşine düşecektik.

İlk yazımda şöyle yazmıştım zaten: “Radikal’i farklı bir çizgiye oturtma uğraşımızın temelinde, Radikal’i okuyacakların kendilerini ‘farklı’ gördüklerini düşünmemiz yatıyor. Türkiye’nin sorunlarına duyarlı, ‘Artık bir şeyler yapmak gerek’ düşüncesinde olan aydın bir okuyucumuz olacak. Ve bu gazetenin sayfalarında bu okuyucunun zekâsına asla hakaret edilmeyecek. ‘Ne yaparsak yapalım, yuttururuz’ anlayışı bu gazetenin kapısından içeri giremeyecek.”

O yaz, bir yandan genç gazetecilerden oluşan bir ekip kurmaya çalışırken diğer yandan da gazetenin görsel olarak nasıl olacağı üzerine çalışıyorduk.

Esen Karol ile bu vesileyle tanıştım, Radikal’in yıllarca kullanılan 'lay out'unu o hazırladı.

Alışılmamış bir gazete görüntüsü vardı ama zaten biz de alışılmamış bir gazetecilik yapmak istiyorduk.

Sonra yaptığımız ürüne bir isim bulmak ve reklam kampanyasını hazırlamak için reklam ajanslarının kapısını çaldık.

Serdar Erener, elinde bir reklam kampanyasının basılı olduğu kartonlar ve bir isimle geldi. Radikal’in isim babası odur.

İlk günlerde Radikal’in çok büyük bir ilgi ile karşılandığını söyleyemeyeceğim.

Alışılmamış gazete yayımlama çabası, böyle şeylere alışkın olmayan okuyucu için de yadırgatıcı olmuştu sanırım.

Ve bir gün Susurluk’taki o kaza meydana geldi.

Tarih 3 Kasım 1996 idi. Radikal yayımlanmaya başlayalı üç hafta yeni dolmuştu, Susurluk’ta içinde milletvekili, polis müdürü ve iki sivil şahsın bulunduğu bir otomobil, kamyonla çarpışmış, milletvekili dışındakiler hayatlarını kaybetmişti.

Ölenlerden birinin isminin Mehmet Özbay olduğu söyleniyordu.

Kaza akşam üzeri saat 7 civarında meydana gelmişti, gazetenin yazı işlerinin gece bekçisi Ali Topuz, haber merkezinin gece nöbetçisi de Ertuğrul Mavioğlu’ydu.

Mehmet Özbay’ın, Abdullah Çatlı’nın takma ismi olduğunu eski bir MİT raporunda böyle yazıldığını hatırlayan ve haberin doğru şekillenmesini sağlayan da odur.

O zamanki haber müdürümüz rahmetli Reha Mağden ile telefonda konuştuk. Özbay’ın, gerçekte Çatlı olduğunu teyit ettik ve Radikal’in şehir baskısı 'Karanlık ilişkiler ağı' başlığıyla yayımlandığında diğer gazetelerin tümünde Susurluk’ta bir milletvekilinin trafik kazasında yaralandığı ile ilgili haberler vardı. Kimse, Türkiye’yi uzun süre meşgul edecek ilişkiler ağının, derin devlet yapılanmasının ulaştığı boyutların farkında değildi.

Gazeteciliğimizin farklılığını bu kaza sayesinde gösterme olanağına kavuşmuştuk.

Birilerinin talihsizliği, bir gazetenin talihine dönüşüyordu.

Diğer gazeteler hâlâ sıradan bir trafik kazasından söz ederken Radikal’in ikinci günkü manşeti 'Devlet çetesi'ydi. Susurluk gecesi bulunan başlıklardan birini o gün yazımda kullandım: 'Gladyo kamyona çarptı.' Bu başlıklar, Radikal ekibinin ilk andan itibaren meselenin ne kadar farkında olduğunu gösteriyordu.

O tarihteki en büyük rakibimiz sayılan Yeni Yüzyıl bile haberin derinliğinin farkına henüz varamamıştı ki biz 'Çiller–Ağar–Çatlı' manşeti ile ilişkiler ağını çözmeye başlamıştık.

Bu habercilik anlayışı, okuyucunun da dikkatini çekmeyi başardı, Radikal’in tirajı tırmanmaya başlamıştı ve bugün söylediğimde kimse inanmıyor ama bir süre 700 bini de geçmiştik, gazetenin sürmanşetinde bunu da iftiharla duyurduk.

Aslına bakarsanız bu hâlâ içimde bir merak konusu. Radikal’in tirajı 300 binlerin üzerine doğru tırmanmaya başladığında promosyon olarak 'Maison Pupe' isimli, çocuklar için karton bir oyun evi vermiştik. Merak ettiğim bu: Acaba Maison Pupe’nin çocuklarda yarattığı ilgi mi ebeveynlerin Radikal’in farkına varmalarına yol açtı, yoksa ebeveynler Radikal’in farkına vardıkları için mi Maison Pupe’ye de ilgi büyük oldu?

Bunu hiç öğrenemedik, çünkü tirajımız uzun süre zamanın büyük gazeteleri Hürriyet, Sabah ve Milliyet ile yarışmaya devam etti.

Gazetecilik yaşamımda en gurur duyduğum işlerimden biri Susurluk çetesi ile mücadele ise diğeri de Manisalı çocuklara işkence yapanların peşini bırakmamaktı.

Manisa’da çocuk denecek yaştaki lise öğrencilerine karakolda işkence yapıldığı ile ilgili haberi ilk kez Posta gazetesinden duyurmuştum.

Olayı takip etmiştik ama yargının polisleri beraat ettirmesi Radikal’deki günlerime rastlamıştı.

'Bu cop hepimize' başlığı ve bir siyah cop resminin basılı olduğu gazete, kamuoyunun vicdanını harekete geçirdi ve sonunda zor da olsa, yıllar geçse de işkenceciler yaptıklarının hesabını vermek zorunda kaldılar.

Radikal’in benim dönemimde de sonra da böyle o kadar çok haberi oldu ki hepsini tek tek sayabilmek mümkün değil. Belki günün birinde, bir araştırmacı bunları toplar, o dönemdeki Türk gazetelerinin içinde tamamen farklı bir gündemle yayımlanan bir gazetenin, nasıl olup da hayatta kalmaya devam edebildiğini çözümler.

Oscar Wilde, “Hayatta en iyi ihtimalle yalnızca tek bir büyük deneyim yaşayabiliriz. Hayatın sırrı ise bu deneyimi mümkün olduğu kadar çok tekrarlayabilmektir” diyor.

Radikal, benim için çok büyük bir deneyimdi ve öyle görünüyor ki bu deneyimi mümkün olduğu kadar çok tekrarlayabilmeme de olanak yok.

Radikal’in genel yayın müdürlüğünden ayrılıp Milliyet’e giderken, son yazımda, 15 Ekim 2000 tarihinde, Radikal’in kuruluşunun beşinci yıldönümünde şöyle veda etmiştim:

“Bir Arap atasözü ‘Hayat iki bölümdür: Geçmiş bir rüya ve gelecek bir dilek’ diyor. Bir rüyadan daha uyanırken söylemeliyim ki Radikal’i ve onun gerçek yaratıcısı olan okuyucularını hiç unutmayacağım.

Hoşça kalın…”

Koray Çalışkan – Hoşça kal Radikal, merhaba dijital

Bu vahanın sonuna mı geldik? Hayır. Radikal maalesef güçlü editörlerini, gazetecilerini, yazarlarını kaybetti. Dijital dünyaya, eskisinden daha küçük, ancak gidenler kadar ehil bir kadroyla tutunacak. Ben yine her gün birkaç defa radikal.com.tr’yi okuyacağım, ama bir süre yazamayacağım.

Bugünden itibaren takımın yanında düz koşuya başlıyorum, elimde biriken akademik işlere dönüyorum.

Tekrar görüşene kadar sağlıcakla, sürçü lisan ettiysem affola...

Cengiz Çandar – Bir veda yazısı

Ben de o Radikal’i çok sevmiş olanlar arasındaydım.

Ama, benim gibi 'içerden' birisi için Radikal, bir yandan da onu var eden insanlar demekti. Yarından itibaren ayrı düşeceğimiz –belki bir süreliğine- ve Radikal’i son döneminde Türkiye’nin en iyi gazetesini yapmış olan iki 'meçhul askeri'ne, emeği geçmiş herkesi temsilen, Muhittin Danış ile Ali Topuz’a, bu 'veda yazısı'yla sevgilerimi ve şükranlarımı gönderiyorum.

Radikal’e devam edecek okurlar ile yarından itibaren elektronik ortamda görüşmek üzere…

Özgür Mumcu – Radikal nereye?

Kâğıt nostaljisi yapmanın pratik bir faydası yok. Haber nostaljisi yapmayalım yeter. Bu gazete çok önemli haberlerle gündem belirlemeyi ve özellikle insan hakları gazeteciliğinde cesaretli olmayı hep bildi. Yorumlarında da geniş ve dışlanmış kesimlerin sesini duyurmayı tercih etti.

Daha çok haber ve daha çok yorum çeşitliliğiyle Radikal’in internette daha da büyümesi mümkün. Keşke bu kadar değerli insanın kalmasını sağlayacak imkânlar olsaydı da bu hedefe daha kolay erişilebilseydi.

Bu son sayıya yakışacağını düşündüğüm bir klişeyle bitireyim: “Bakalım kahramanımızı nasıl maceralar bekliyor.”

Murat Yetkin – Biterken de Radikal

Radikal bugünden itibaren artık basılmayacak ama yayın hayatına devam edecek. Bu da bir fark. Türkiye’de ilk defa olacak.

Radikal aslında biterken de Radikal, çünkü küllerinden yeniden doğuyor ve ağırlığını artık internet yayıncılığına, dijital yayıncılığa veriyor. Böyle bir dönem ve o dönemin koşullarına göre kendimizi yenilemeniz gerekiyor. Charles Darwin’in dediği gibi, değişime teslim olan da değişimi reddedip bildiğini okuyan da tutunamıyor ama değişime ayak direyerek ayak uyduran, ayakta kalabiliyor.

Pek kimsenin pek anlam veremediği simgemizi, o nadir beyaz kartalı küllerinden doğan zümrüdüanka kuşuyla mı değiştirsek ne?

Devam ediyoruz yani, ben ediyorum en azından. Siz de okumaya devam edin olur mu? Göreceğimiz daha güzel günler var önümüzde. O inancı yitirmemek gerek.

Fatih Özatay - Hoşçakalın

Her yıl 156’ya ulaşırdı. Bu yıl 70’te kaldı. Artmayacak.

Radikal’deki yıllık yazı sayımdan söz ediyorum. 1996’da ilk çıktığında başladım yazmaya. Mayıs 2001’de Merkez Bankası’nda bir göreve atanınca ara vermek zorunda kaldım. O görev beş yıl sürdü. Beş yıl boyunca ‘şimdi yazmak vardı’ diye düşündüğüm çok gün oldu. Çok şükür; Mayıs 2006’dan itibaren tekrar yazmaya başladım Radikal’de.

Aralıksız…

Radikal’in kağıt baskısındaki son yazım bu. Hoşçakalın.

İnternetteki Radikal’de de yazacağım. Ama daha seyrek. Görüşmek üzere…

Güncelleme Tarihi: 21 Haziran 2014, 11:32
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER