Roboski ve Gülyazı köyünde yakınlarını kaybedenler, çocukların fotoğrafları, kanlı elbiseleri ve okul kitaplarıyla avunmaya çalışıyor. Katliamda eşi Hüsnü Encü'yü yitirdiğinde 2 aylık hamile olan Semire Encü, "Oğluma babasının ismini verdim. Kimlikte Barış Hüsnü Encü diye yazdık. Çocuğumun bu dünyaya bir barış getirmesini istiyorum. Artık katliamların yaşanmadığı bir dünyada oğlumun büyüyüp, dünya barışına katkı sunmasını bekliyorum. Onun için ismini Barış Hüsnü koydum" diyor.
Şırnak'ın Uludere (Qılaban) ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde 28 Aralık 2011 gecesi sınır ticareti yaparak, geçimlerini sürdüren 34 yurttaşın TSK'ye ait F-16 savaş uçaklarıyla bombalanarak katledilmesinin bir yılı geride bırakmasına sayılı günler kaldı. Hükümetin bu konuda bugüne kadar kimseyi yargı önüne çıkarmaması ve son olarak da Roboski katliamının raporunun yılbaşından sonra açıklanma ihtimalinin olduğunun açıklamasına Roboskili aileler tepki gösterirken, katliamın acıları ise halen ilk günkü gibi Roboski'de tazeliğini koruyor. Katliamın yıldönümünün yaklaşması nedeniyle Roboski köyünde girilen her evde göze çarpan ilk şey yaşamını yitiren 34 yurttaşın birleştirilmiş ve duvara asılmış fotoğrafı oluyor. Hiç kimsenin yüzünün gülmediği Roboski ve Gülyazı köylerinde, yurttaşların giydiği elbiselerin rengi ise siyah. Akşamları çektikleri acıları unutmak için birbirlerine misafir olan Roboskili ve Gülyazılı anneler, yaktıkları sobaların etrafında toplanarak her biri kendi oğlunu gözyaşları içinde anlatıyor. Her akşam farklı evlerde biraraya gelen Roboski ve Güzelyazılılar, katliamı yeniden yaşıyormuş gibi çocuklarının fotoğraflarını kucaklarına alarak, hükümetin failleri korumasına isyan ediyor. Katliamın yıldönümü nedeniyle köye sık sık gelip giden gazetecilerin uzattığı mikrofonlara gözyaşıyla cevap veren anne, baba ve kardeşlerin acı çığlıkları yürek yakıyor.
8 yıllık zorlu yaşam ve ölümün ardından doğan ilk çocuk: Barış Hüsnü
Köyde yaşayan insanlar kaybettiği çocukları, babaları, kardeşlerinin fotoğraflarıyla kendilerini avutmaya çalışırken, birçok kişi ise yeni doğan çocuklarına, katliamda kaybettikleri yakınlarının isimlerini vererek, onları yaşatmaya çalışıyor. Bunların içinde en çok dikkat çeken ise, katliamda yaşamını yitiren Hüsnü Encü'nün 5 ay önce doğan çocuğuna annesi Semire Encü tarafından "Barış Hüsnü Encü" isminin verilmesi. Semire Encü, hayat hikâyesini gözyaşları içinde hıçkırıklara boğularak ve içindeki acıları dilinden zorla dökülen sözcüklerle anlatmaya çalıştı. Hüsnü Encü'nün eşi Semire Encü, 8 yıldır eşi Hüsnü ile evli olduğunu, 8 yıl boyunca eşiyle iyi ve kötü günde, sevinçlerini, acılarını kısaca Roboski'deki yaşamın bütün zorlu şartlarına karşı topraklı bir evde birlikte mücadele ettiğini belirtiyor. Eşi Hüsnü'nün gündelik işçi olarak boya badana işini yaptığını anlatan Semire Encü, "Eşimin yaptığı iş burada fazla yoktu. Onun için eşim kaçakçılığa gitti herkes gibi. Zaten buralarda başka çalışma alanı yoktur. Her yanımız askeriye sarmış, en verimli yerleri üs bölgesi yapmış, yaylalar yasaklanmış. Bizi adeta açık bir cezaevine koymuşlar. Burada yıllardan beridir halkın tek geçim kaynağı kaçakçılıktı. Yapılan kaçakçılığı askeri yetkililer de biliyordu ve onların izniyle yapılıyordu" diyor.
'Hayatımız yeniden başlamıştı sanki…'
Eşiyle 8 yıl boyunca evli kaldığını ve çocuklarının olmadığını ve eşi Hüsnü'nün en büyük hayalinin "baba olmak" istemesi olduğunu aktaran Encü, "Tek sorunumuz çocuğumuzun olmamasıydı. Onun için de eşimle birlikte çok mücadele ettik. Birbirimizi hiç yalnız bırakmadık. Ben 7 yıl boyunca çocuğumun olması için tedavi gördüm. Eşim de benim tedavi masraflarımı karşılamak için kaçakçılığa gidiyordu. Adana'da tedavi oluyordum. Çok masraf gidiyordu. En son eşimle beraber katliamdan 14 gün önce gittik. Bütün umutlarımız tükenmişti. Gittiğim doktor bana 33 günlük hamile olduğumu söylediğinde, ben gözyaşlarıma boğuldum. Eşimle birlikte hayatımız yeniden başlamıştı sanki. Bütün hayallerimiz gerçek olacaktı. Eşim benim tedavi masraflarım için artık para harcamayacaktı ve bu paralarla kendimize ev yapmayı planladık. Artık o topraklı evden kurtulacaktık. Ama bırakmadılar, bizim mutlu olmamıza izin vermediler" diye belirtiyor.
Gitme diyordum 'yapacak bir şey yok' diyordu
"Eşime çocuğunun erkek mi yoksa kız mı olmasını istersin diye sorduğumda, bana kız olmasını ve ismini 'Kader' koymak istediğini söyledi. Erkek olsa diye sorduğum da bana daha düşünmediğini söyledi" diyen anne Encü, şunları anlatıyor: "Eşim sürekli iyi bir işe sahip olmayı halay ederdi. Sürekli konuştuğumuzda bana kaçakçılığa gitmek istemediğini ve orada bir gün başına bir şeylerin geleceğini hissettiğini söylüyordu. Ona gitme diyordum, ama yapacak başka bir şey yok diyordu ve gitmek zorunda olduğunu söylüyordu. Burada kaçakçılık o kadar serbest olmuştu ki, artık küçücük çocuklar bile gidip geliyordu. Eşim bunlar gidiyorsa ben neden gitmeyeyim diyordu."
'Çığlıklarla dağlara doğru koşmaya başladık'
Eşi Hüsnü'nün kendisinin hamile olduğunu öğrendikten 14 gün sonra katledildiğini aktaran Semire Encü, katliam gecesini gözyaşlarına boğularak dilinden zor dökülen sözcüklerle anlatmaya çalışıyor. Son akşam eşi Hüsnü'nün gitmeden önce kendisine sırtının ağrıdığını, gitmek istemediğini söylediğini aktaran Encü, katliam gecesini şu cümleler ile anlatıyor: "Eşime 'madem hastasın gitme' dedim, ama beni dinlemedi ve evden çıkarken 'akşam bana patates yap, en geç saat 10'da geleceğim' dedi. Sonra katırını alıp dışarı çıktığında pencereden bana bakıp, vedalaşır gibi el salladı. O günü hiç unutmuyorum, sanki eşim benimle vedalaşıyordu ama ben anlamadım. Eşim çıktı ben de kaynanama gittim eşim gelene kadar. Bir süre geçtikten sonra uçak sesleri gelmeye başladı ve hemen ardından bombardıman sesi geldi. Köyümüz sallandı, deprem olmuş gibi oldu. Hepimiz büyük bir korkuyla dışarı çıkıp dağlara doğru baktık. Köylüler 'galiba bizim çocukları bombalıyorlar' dedi. İlk önce inanmadık, çünkü sürekli burada bombardıman yapılıyordu. Hepimiz dışarı fırladık. Küçücük bebekler beşikte kaldı. Yediden yetmişe bütün köy halkı bombardımanın olduğu dağlara doğru çığlıklarla koşmaya başladık."
'Tam bir vahşetti, küçücük bedenler parçalanmıştı'
Katliamın yapıldığı tarihte iki aylık hamile olduğunu ve 8 yıllık hayalinin gerçekleşmeye yakın olmasının sevincini yaşadığını dile getiren Encü, o an ne kendisini düşünebildiğini ne de 8 yıl beklediği karnındaki çocuğunu düşündüğünü belirtiyor. Traktöre binmek istediğini, ancak akrabalarının hamile olduğu için buna izin vermediklerini, bunun üzerine karlı dağları koşa koşa aşıp katliam yerine ulaştığını söylüyor. Yoldayken sürekli eşinin yetişkin olduğunu kendini koruyabileceğini düşündüğünü kaydeden Encü, katliam alanında gördükleri manzarayı şöyle anlatıyor: "Yukarı çıktığımız zaman et ve tüy kokusu geliyordu. Parçalanmış cesetler, yerde kanlar içinde yatan yaralılarla paramparça olmuş yanan vaziyette katırlar gördük. Tam bir vahşetti, tam bir katliamdı. Yüreğimiz yandı. Ciğerlerimiz parçalandı. Küçücük bedenler parçalanmıştı. Birinci grup hepsi ölmüştü. İkinci grubun kurtulduğunu sandık orada onları bekledik. Eşim ikinci gruptaydı. Geri döndük sabah tekrar geri yukarı çıktık. Oradaki kadınlar, bize sarıldı ve eşimin öldüğünü söylediler. Bütün dünyam yıkıldı. Bütün cenazeleri köylüler almış yaylada yan yana dizmişlerdi. Tam toplu bir katliamdı. Köylüler, cenazeleri alıp köye indirirken bile ben eşimin cenazesini arıyordum. Öldüğüne bir türlü inanmıyordum. Her an eşim gelecek, beni çağıracak 'ölmedim' demesini bekliyordum. Ama karşıdan gelen bir traktörde cesetler üst üstü dizilmiş haldeydi. Eşimi aradım baktım kıyafetlerinin içinde çenesi ve kafası parçalanmıştı. Eşimin parçalanmış cesediyle karşılaşınca kendimi kaybettim. Beni teselli edebilecek, kimse yoktu. Herkes kendi cesetleriyle uğraşıyordu. Eşime sarıldım, kalkması için yalvardım. Daha çocuğumuz olacak, o minicik elleriyle hayata nasıl tutunacak dedim ama eşim kalkmadı. Eşimin acısından artık diğer akrabalarımın cesetlerini göremedim."
'Roboski'de hayatı artık yaşanmadık sayıyoruz'
Katliamdan sonra yaklaşık bir yıl geçtiğini belirten Encü, hala kendilerine gelemediklerini, Roboski ve Gülyazı halkı için hayatın durduğunu, karaya döndüğünü ve hayatın tamamen bittiğini ve bundan sonra hayatın yaşanmadığını söylüyor. Kimsenin acılarını anlamadığından yakınan anne Encü, ateşin düştüğü yeri yaktığını, kendileri için ne yaz ne bahar ne kış ne bayram geldiğini belirterek, hayatın bu iki köyde tamamen bittiğinin söylüyor. Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan'ın köyü ziyaret ettiği zaman Erdoğan'ın kendisine "Geliriniz neydi, nasıl yaşıyordunuz" diye sorduğunu belirten anne Encü, "Bu sorular üzerine ben de Emine Erdoğan'a 'git eşine söyle bize bu acıları yaşatmaya ne hakkı vardı?' diye sormasını istedim. Emine hanım bana döndü ve 'Sen topraklı bir evde yaşıyordun değil mi' diye sordu. Sonra korumasına dönerek, 'Sen bunu not tut bir yere buna bir ev verelim bir de 10 bin TL verelim' dedi. Ben de ona dedim ki, 'bana saraylar yapsanız bile o sarayda eşim olmadıktan sonra ben ne yapacağım. Eşim çocuğuyla oynamadan, sarılıp koklamadan sarayda olmamızın hiçbir anlamı yok' dedim ve ne ev ne de paralarını istemediğimi söyledim" diyor.
Barış Hüsnü…
Eşi Hüsnü'nün çok iyi, cana yakın bir insan olduğunu, kimseyi kırmadığını ve kimseye haksızlık etmediğini belirten Encü, eşini kepçelerin kazdığı mezara koyduklarında, kendini o mezara atmaya çalıştığını, çevredekilerin buna engel olduğunu belirtiyor. Eşinin katledilmesinin ardından kendi sorumluluğunun çok ağırlaştığını anlatan Encü, yaşamına dair şu cümleleri dile getiriyor: "Ben çocuğumdan daha çok artık kendime üzülüyorum, çünkü bundan sonra büyük bir sorumluluk taşıyorum. Çocuğum diğer çocuklar gibi değil. Oğlum doğduğundan beri daha yüzü gülmemiş. Diğer çocuklar, gülüp oynuyorlar. Benim oğlumun yüzünde sürekli babasını arar bir ifade var. Sanki babasının katledildiğini biliyor. Geceleri ağlıyor ben de kalkıp, onunla birlikte ağlıyorum. Oğlumu sünnet için Cizre'ye götürdüm. Birlikte otogara gittiğimizde eşimle yemek yediğimiz yeri gördüm ve eşim gözümün önüne geldi. Artık nereye baksam eşimi görüyorum. Yaşadıklarımız çok zor şeyler, Allah kimseye vermesin inşallah. Oğluma Hüsnü ismini yani babasının ismini verdim. Kimlikte de Barış Hüsnü Encü diye yazdık. Çocuğumun bu dünyaya bir barış getirmesini istiyorum. Artık katliamların yaşanmadığı bir dünyada oğlumun büyüyüp, dünya barışına katkı sunmasını bekliyorum. Onun için ismini Barış Hüsnü koydum. Oğlumun ellerine de Hüsnü Encü yazılı iki bileklik takmışım. Ona uğur getirmesi için."DİHA
Güncelleme Tarihi: 19 Aralık 2012, 11:06
SIRADAKİ HABER