RTÜK Üst Kurul üyesi Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, bu tür dizilere karşı RTÜK'ün görevini çok fazla yerine getiremediğini ifade ederek, Türkiye'de normalleşmenin olması için medya dilinin özgürlükten ve demokrasiden yana kullanılması gerektiğini dile getirdi.
Yıllardır televizyonlarda yayınlanan kimi dizilerde Kürt halkının değerlerine yönelik "ırkçı kavramlar" ve "nefret söylemlerinin" kullanılması toplumsal çatışma zemini yarattı. "Çözüm süreciyle" birlikte barış dilinin yakalanması için bazı diziler yayından kaldırılmaya başlanırken, bazı diziler ise halen yayınlarını sürdürüyor. En son TRT'ye çekilen Osman Sınav'ın "Sakarya Fırat" dizisi 4 yıl boyunca devletin ekranında boy göstermesinin ardından bugünlerde dizinin yayından kaldırılacağı açıklandı. Ancak halen kimi televizyon kanallarında "Şefkat Tepe", "Tek Türkiye", "Kurtlar Vadisi" gibi diziler, farklı etnik ve dini kimlikleri bilinçli bir şekilde aşağılamayı ve ırkçılığı körüklemeyi sürdürüyor. Irkçı yaklaşımlar ve nefret söylemlerini sürdüren dizilerin televizyonlarda yayınlanmasını eleştiren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyesi Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, basının toplumda özgür bir vicdanın oluşturulması, gerçekliklerden haberdar olması, özellikle toplumda barış tohumlarının yeşermesi ve insanların daha özgür yaşama koşullarına kavuşabilmesi için hizmet etmekle yükümlü olduğunu ifade etti. Yıldırım, Türkiye'nin cumhuriyet tarihi boyunca belli muhalif sesler ve çevreler hariç, basının hiçbir zaman özgür, barışçıl, vicdani medya oluşmadığını aktararak, "Bu gerçeklik temelinde değerlendirildiğinde sadece bugünün problemi olarak değil, neredeyse cumhuriyetle yaşıt bir problemden söz ediyoruz. 1980 darbesinden sonra özellikle Kürt siyasal hareketi ve biraz da silahlı muhalefetin açığa çıkmış olmasıyla birlikte burada tümüyle örgüte bakış açısı bir bütün olarak, Kürt toplumuna bakış açısı şeklinde gelişmiş. Ve yayın anlayışı maalesef bu çarpık süreç üzerinden işlenmiştir" dedi.
'Yasalara rağmen ayrımcılık dizilerde sürüyor'
Yıldırım, 6112 sayılı yasanın yayın ilkelerini düzenleyen 8. maddesinin b bendinde yer alan "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz" hükmüne rağmen, başta kamu yayıncısı olan TRT olmak üzere, belli siyasal çevrelere yayın yapan yayıncı kuruluşlarının neredeyse bir nefret suçu işleyecek kadar yayın politikası güttüğünü, bunu haber, tartışma programları ve süreli dizi filmlerinde gördüklerini, bunların senaryolarına kadar yansıdığını bildiklerini söyledi. Yıldırım, yine aynı sayılı yasanın 8. maddesinin e bendinde de "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasî ve felsefî düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez" dendiğini belirterek, şöyle devam etti: "Şimdi burada hem bir bölgesel ayrımcılık hem etnik hem dini hem de bir kültürel ayrımcılığı bu dizilerde görmekteyiz. Açıkçası yasanın bu temelde özgürleşmiş olması yayıncı kuruluşlara çok yansıdı mı? Çok fazla yansımadı. Burada bulunduğum bir buçuk yıl boyunca sadece 'Kurtlar Vadisi' ve 'Şefkat Tepe' dizileri olmak üzere iki defa ihlali olabileceğine dair rapor düzenlendi. Bunlardan birinde müeyyide uygulanması istikametinde karar alındı. Bu dizilerinden biri de kamu yayıncısı olan yani 75 milyon insanın vergisiyle cebinden çıkan parayla yayın yapmakta olan TRT'deki Sakarya Fırat dizisinde de bunu görebilmekteyiz. Yine Şefkat Tepe, Tek Türkiye, Kurtlar Vadisi gibi dizilerde hem bölgesel hem de etnik ayrımcılığın ve Kürt halkına karşı nefret duygularını körükleyen, ülkenin batısında özellikle bu nefret duygularıyla bakış açısını beslemeye dönük bir yayın politikasının güdüldüğünü görüyoruz."
'İktidara yönelik politika belirleniyor'
Yıldırım, son zamanlarda bu yayınların, özellikle çözüm süreciyle birlikte, biraz daha itinalı bir konsepte dönüşmeye başladığını gördüklerini kaydederek, "Bu da aslında çok problemlidir. Yani iktidar bir çözüm projesi geliştirdikten sonra yayıncı kuruluşların o çözüm sürecine destek olma amacıyla, yani biraz da iktidara yaranma amacıyla kendi senaryolarını ve yayın konseptlerini değiştiriyor olması basın ve yayın dünyasının bağımsız kimliğine de halel düşürmüştür. Yani ne olumludan olumsuza ne de olumsuzdan olumluya doğru evirilme iktidarın ve siyasi erkin talimatlarıyla olur. Özellikle siyasilerin nefret dilini kullandığı yerleri basın yayın tarafından sansürlenmesi gerektiğini, çok fazla toplum önünde görünür kılınmaması gerektiği sorumluluğuyla karşı karşıyadır yayın. Bekli de savaş ve çatışma kültürünün, kin ve nefret duygularının en fazla yükseltildiği dönemde basın ve medya ayağı çok daha fazla iş düşmektedir" dedi.
'RTÜK bugüne kadar görevini yerine getirmedi'
"Kürtlere karşı bir nefret dilinin basın dünyasında kullanılıyor olması ve bu ihtimalin bugün halen devam ediyor olması sadece Kürtleri tehdit etmemektedir. Bu aynı zamanda Türkiye'yi oluşturan bütün farklı sosyal ve toplumsal grupların gelecekleri ve kendi iç barışları açısından çok önemlidir" diyen Yıldırım, bu konuda en büyük sorumluluğun RTÜK'te olduğunu ifade etti. Yıldırım, bir haberin, bir tartışma programının veya bir dizinin ancak ekrana geldikten sonra RTÜK'ün müeyyide uygulayabildiğini ekleyerek, "Yayınlandıktan sonra, özellikle yayın ilkelerini düzenleyen ve bu konuda müeyyide uygulama yetkisini kendisinde bulunduran RTÜK'ün bugüne kadar görevini yerine getirdiğini söylemek çok zor" diye kaydetti.
'Normalleşme için medya dilini özgürlükten yana kullanmalı'
Yıldırım, cumhuriyetle birlikte Türkiye'de farklılıkları reddeden, bastıran ve tek tipleştiren ulus devlet konseptiyle birlikte herkesin Türk, Müslüman ve Sunni olduğu saiki ile bunlara olumlu atıflarda bulunan; ancak diğerlerinin görmezden gelindiği ya da adları anıldığı zaman neredeyse hakarete uğradığı bir yayın politikasını gördüklerini söyledi. Yıldırım, konuşmasını şöyle tamamladı: "Son 5-6 aydır özellikle çatışmaların durmuş olması, PKK'nin silahlı güçlerinin geri çekiliyor olması, önümüzdeki döneme dönük Türkiye'nin demokrasi ile yaşamış olduğu 90 yıllık problemleri aşması şu aşamada sıkıntılıdır. 30 yıllık bir savaş süreci ve 90 yıllık basında kullanılmış bir milliyetçi dil ve bu kültürle açığa çıkmış bir toplum gerçekliği. Bu temelde eğer demokratikleşmeden özgürlüklerden yana bir gelişimin sağlanmasını istiyorsak, basının özellikle de görsel ve işitsel basının, bunu topluma barış dili ile lanse etmesi, bu projenin başarıya ulaşmasının en önemli yollarından biri budur ki, basına çok görev ve sorumluluk düşmektedir. Barışın dilini, kardeşleşmenin dilini, bütün farklılıkların bir zenginlik olduğu istikametinde olduğu yayın politikasını kullanmaları önemli olur. Ülkede bir normalleşmenin sağlanabilmesi için medya dilini biraz daha özgürlüklerden ve demokrasiden yana kullanmalıdır. Kalıcı bir barışın tesisi için basının çok ciddi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu düşünüyoruz. Kullanılacak dil ikna ile seçilmelidir. Özellikle nefret suçunu körükleyenlere itibar etmemelidir."DİHA
Güncelleme Tarihi: 23 Mayıs 2013, 09:30
SIRADAKİ HABER