Ne zaman çocukluğumu hatırlasam
Gözümde canlanan ilk imgedir Xaşxaşk
Xaşxaşk, kırmızı gelincik çiçeği
Bir hüzün hikayesi taşır savrulan yaprağında
Küçük gelinler ülkesinin
Dik ve gururlu çiçeği
Aroşe Köyü’nde bahar mevsiminin havasını solumak inanılmaz güzeldi. Dedemin evinde uyanmak, kapı önündeki bahçeye çıkıp parmak uçlarımla yeşil otlara dokunmak ve karşımdaki dağ manzarasının eşsiz güzelliğiyle güne başlamak çocuk ruhuma tarifsiz bir güzellik katıyordu.
Sabah güneşi her zamanki gibi karşımdaki yüksek dağın tam tepesine oturmuştu ve ışınları dağı, ağaçları ve otları delerek göz bebeklerime hücum ediyordu. Elimi kaşlarımın üstünde gölge yaparak dağa baktığımda Girê Sêvkê’de bulunan gövdesi kalın iki elma ağacının uzaktan beni selamladıklarını hissetmiştim.
Bu köyde güne başlamanın verdiği o eşsiz hazzı hayatımın hiçbir zamanında bulamayacaktım.
Şerif dayım Mahîna Şîn’in sırtına iki yanlı kocaman iki torba buğdayı yüklemişti. Kıştan kalma un nisan ayının sonuna doğru bittiği için depodaki buğday çıkartılmış, değirmene gidilecekti.
Şerif dayım Mahîna Şîn’in yularından tutmuş önde yürüyordu. Ben ve dedem de arkasından yürüyorduk. Toprak köy yolundan aşağı doğru inilecek ve yaklaşık yirmi dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Sebriyê Seydo’nun değirmenine gidilecekti.
Yolda Mahîna Şîn’in kuyruğu hiç durmadı. Bir o yandan bir diğer yandan vücuduna konan sinekleri kuyruğuyla dövüp durdu. Kocaman siyah sinekler ve onlardan daha da büyük olan siyah arılardan korkuyordum. Başımın üstünden uçup giderlerken dedemin arkasına saklanıyordum.
Çemê Aroşe’nin uğultulu sesine etraftaki sinek vızıltıları ve uzaktan gelen sisêrk sesleri eşlik ediyordu. Etrafımdaki tarlalara baktığımda bir çocuk boyu kadar yükselen otları görüyordum. Bu da birkaç güne kalmaz ot biçme mevsiminin başlayacağının habercisiydi.
Yolun her iki kenarında yeşil, ince ve dik bir gövdenin ucunda top şeklinde duran çiçekler dikkatimi çekmişti. İlk bakışta çiçeğe hiç benzemiyorlardı. Kimisinin ucu patlamış ve pembemsi duran içi kendini hafiften belli ediyordu.
Değirmene varıp yük indirilmiş ve çuvallar değirmen kapısına bırakılmıştı. Taştan yapılma tek odadan oluşan değirmenin yan duvarının yukarısında kalın tahtalardan yapılmış yuvarlak su çarkı dönüp duruyordu. Su çarkının gözeneklerine dolan su hızlı bir şekilde köpürerek tekrar boşalıyordu. İçerideki gürültülü sesten buğday öğütüldüğü belliydi. Daha önce yanından defalarca geçtiğim değirmenin içini ilk defa görecektim.
Sebrî, kapıda duran buğday çuvalının bir ucundan tuttu ve hiddetli bir sesle:
- Kuro Şero harîkariya min bike. dedi.
Peşlerinden içeri girdim. Tavana yakın ufak pencereden içeri giren güneş ışınlarında uçuşan un tanecikleri gözüme çarpan ilk şey olmuştu. Duvarın köşesinde gürültülü bir sesle üst üste ters yönlerde dönen iki yuvarlak büyük taşın üst tarafında tahtadan yapılmış un haznesi duruyordu. İlk defa gördüğüm bu garip düzenek dikkatimi çok çekmişti. Değirmen dedikleri şey bu olsa gerekti.
Sebrî ve Şerif dayım iki çuvalı da yukarı taşıdı. Sebrî yukarıdan yavaş yavaş buğdayı hazneye döküyor ve taşların dönmesiyle etrafından taşan un tozları yukarı kalkıp küçücük pencereden içeri giren ışığa doğru hareket ediyorlardı. Şerif dayım alttaki oluğun ağzına tuttuğu çuvala un dolmasını bekliyordu.
Uzun bir süre köşedeki taşın üzerine oturup onları izledim. Hem konuşup hem çalışıyorlardı.
Dışarı çıktığımda dedemin değirmenin önünde abdest aldığını gördüm. Yere yatırılmış düz bir taşın üzerinde kıbleye dönüp hangi vakte ait olduğunu bilmediğim namazını kıldı. Dua için ellerini açtı ve bir süre az ötesinde duran yeni açmış kırmızı çiçeğe gözleri takılı kalmış bir şekilde içinden duasını mırıldandı.
Duası bittiğinde bastonuna tutunarak doğruldu ve yanıma geldi. Yanımdaki taşa oturdu.
- Bapiro o çiçeğin ismi nedir?
Yavaş bir sesle cevap verdi.
- Xaşxaşk (Gelincik Çiçeği)
- Xaşxaşk ne garip bir isim dede.
- Xaşxaşk bereketin simgesidir ve dertlerin dermanıdır. Bu gördüğün çiçek birkaç gün içinde gözünün gördüğü her yerde açacak. Kırmızı renkleri etrafa güzellik katacak.
- Xaşxaşk çok güzel dede.
- Evet evlat, bu sene çok bereketli bir sene olacak Allah’ın izniyle.
Dedem uzun bir süre Xaşxaşk çiçeğine baktı. Hüzünlü olduğu her halinden belliydi.
- Bapiro..?
- ...
Dedem susunca ben de susuyordum. İnsan konuştuklarından çok sustuklarından ibaretti. Zaman bunu bana çok iyi öğretecekti. Bazı acılar yıllar yıllar sonra dile gelebiliyordu ancak. Bazı acılar ise hesabı çok büyük olduğu için hiç dile gelmiyor ve kıyamet gününü bekliyordu.
Biraz sonra Şerif dayım değirmenden çıktı. Söylene söylene undan bembeyaz olmuş üstünü silkeledi ve dedemin abdest aldığı su kanalında ellerini, yüzünü yıkadı. Ellerini ıslatıp ıslatıp üstünü ve başını su ile pakladı. Cebinden çıkardığı tarak ile gür, siyah saçlarını ve dolgun bıyıklarını taradı. Sebrî’nin yardımı ile un çuvallarını Mahîna Şîn’in sırtına tekrar bindirdi.
Yine Şerif dayım ve Mahîna Şîn önde, ben ve dedem arkada köye doğru yola düştük.
Xaşxaşk çiçekleri bu sefer daha çok gözüme takılmaya başladılar. Hepsinin anlatmak istediği bir hikayeleri varmış gibiydi.
Ertesi sabah, sonraki sabah ve bir sonraki sabahlar... Her yeni güne uyandığımda dedemin evinin önündeki manzarada uzaktan gözüme takılan Xaşxaşk çiçekleri çoğaldıkça çoğaldılar. Yeşil tonun içindeki kırmızılık arttıkça arttı. Sabah güneşi ile yeşil kırmızı ve beyaz renk cümbüşü doyumsuz bir manzara oluşturuyordu.
Gün içinde çocuklarla xaşxaşk tarlalarına girer ve oyunlar oynardık. Taze gonca iken açan yaprakları incecik ve nazenindi. Kırmızı taç yapraklarının ortası kara idi. Güzelliğin yanında bahtı kara olmanın birer nişanesiydiler sanki. Çok hassas olan taç yaprakları dokunduğun gibi eline yapışıp kalıyordu. Çocuklarla xaşxaşk çiçeğinin kırmızı yapraklarını söküp burnumuza, alnımıza, yanaklarımıza, çenemize yapıştırırdık. Bu şekilde kelebeklere benzediğimizi zannederdik.
Xaşxaşk çiçekleri yıllar boyunca her gördüğüm yerde anlamadığım bir dilde hikayelerini anlatıp durdular bana.
...
Yıllar yıllar sonra annem anlattı. Dedemin ilk çocuğu Eyşa, daha çocuk denilecek bir yaşta istemediği halde evlendirilmişti. Kırmızı koderî bir fistan giydirilmiş ve baba evinden at sırtında gelin olarak uğurlanmıştı.
Kızlar evlendirilecekleri zaman büyükler uygun görür, aileler karar verir ve bu karar kolay kolay değişmezdi. Gönlü olanlar ve bahtı yaver gidenler bin bir sıkıntıya rağmen mutlu olmasını bilir ve güzel bir ömür sürerdi gelincik çiçeklerinin coğrafyasında. Ama bahtı kara olanlar... İşte Eyşa bu bahtı kara olan gelinciklerden biriydi. Güzelliği bütün köyün dilinde idi ve isteyeni çoktu. Bu yüzden çok erken evlendirilmişti.
Uzak bir köye, başka bir aşirete, bir bilinmezliğe, zalim bir kocanın eline gelin gitmişti Eyşa. Bir sene sonra kış mevsiminin sonuna doğru uğursuz bir günde gelmişti kara haber. Gelen habercinin dediğine göre Eyşa çok hastaymış ve anne babasını görmek son dileğiymiş. Eyşa’nın belki de anne babasını son görüşü olacakmış bu. Erken yaşta kadın ve çocuk ölümlerine alışık bir coğrafyaydı burası.
Dedem ve ninem apar topar hazırlanıp yola koyulmuşlar ve ertesi gün Eyşa’nın gelin gittiği köye gitmişler. Kızlarını hasta yatağında görmeyi bekleyen dedem ve nineme Eyşa’nın soğuk mezarı gösterilmiş. Zihistanî’de (bebek doğumundan sonraki kırk gün) bebeğini doğurduktan iki gün sonra öldüğü söylenip, kucaklarına birkaç günlük Yasin bebek verilmiş.
Birkaç gün durmadan ağlayan, ağıt yakan ve matem tutan dedem ve ninem, Köylünün bütün ısrarlarına rağmen kızlarının hatırası bebeğini bırakmamış, bebeği alıp köylerine dönmüşler. Bir yıl boyunca gözleri gibi baktıkları Yasin bebek de hastalığa yakalanıp vefat etmiş ve kara bahtlı gelincik çiçeklerinin ebedi yurduna göç etmiş.
...
Dedemin o gün değirmen kenarındaki derin kederli hali ellerinden kayıp giden gelincik çiçeği içindi. Bir ömür boyunca içinde sakladığı pişmanlığı sessiz bir dua olarak dilinden dökülmüş ve bir damla gözyaşı olarak gözlerinden süzülmüştü.
Xaşxaşk çiçeği bu zalim coğrafyanın binlerce yıllık hüzün hikayesinin çiçeğidir. Daha çocuk denilecek yaşta gönülsüz bir şekilde evlendirilen ninelerimizin, annelerimizin, kızlarımızın çiçeğidir. Ondan dolayı bir diğer ismi gelincik (küçük gelin) çiçeğidir, hüzün çiçeğidir.
Eyşaların, Sitîlerin, Zînlerin, Xecêlerin ve daha nicelerinin hikayesidir. Açtıklarında binlercesi beraber açar ve her sene kısa bir zamanda güzelliklerini gösterip hüzünlü bir sonla veda edip gelincikler diyarına giderler.
İnsan konuştuklarından çok sustuklarından ibaretti... Yazının en vurucu cümlesi...
Sevgili Tahir'in dedesinin Xaşxaşk yani kırmızı gelincik çiçeğine bakıp döktüğü o bir damla göz yaşının peşine verip, göz yaşı ile gelincik çiçeği arasındaki bağlantıyı, bir dedektif edasıyla, yakalaması harikaydı.
İnsanı konuştuğu cümlelerden değil, konuşamadıklarından da anlayabilebilenlere SELAM OLSUN...
Sevgili yine çok güzel bir yazı olmuş. Kalemine sağlık...