Demokrasi Kavramı ve Tarihsel Gelişimi

     Sened – î İttifak"tan Demokratik Açılıma

     Türkiye"nin Demokratikleşme Serüveni (1)

 

                                     GİRİŞ

 

       Demokrasi Kavramı ve Tarihsel Gelişimi

 

Antik Yunan kökenli Demos (Halk) ve Kratos (Yönetim) sözcüklerinin ulanmış hali olan demokrasi yalın bir nazarla bakıldığında halkın yönetimi yani halkın siyasal sürece katılımını ifade eder. Her ne kadar Antik Yunan Demokrasisi ideal anlamda gerçek bir temsil sağlamış değilse de yine de dönemin koşulları değerlendirildiğinde bu anlamda söz konusu medeniyeti gelişkin görmek mümkündür.

 

Kadınların ve kölelerin söz hakkına sahip olmadığı Antik Yunan demokrasisi uygulanış biçimi ile  bir siyasal temsil unsuru olmaktan öte dini ve ekonomik yansımaları olan bir kavramdı. Zira Agora adı verilen Büyük halk meydanları sadece ülke yönetimine ilişkin kararların alındığı bir yer değil aynı zamanda dini ritüellerin gerçekleştirildiği ve ticari işlevinin de bulunduğu dönemin mabetleri konumundaydı.

 

Yılın belli dönemlerinde Agora"da toplanan halk ticaret yapma şansına da sahipti. Yine bu dönemlerde mitolojik yunan tanrılarına adaklar adanmış olması söz konusu durumun sadece bir siyasal temsil olayı olmadığı ve Antik Yunan demokrasinin dinsel ve ekonomik yönünün de görülmesi gerektiğini zorunlu kılıyor.

 

Ekonomik hayatın devamını tesis eden Antik Yunan Medeniyeti, merkezi bir otoriten yoksun olduğu için merkeziyetçi krallıkların gelişmesine müsait değildi. Polis adı verilen şehir devletlerinin merkezi bir yapıya bağlı olmayışları bu şehir devletlerinde demokrasinin gelişmesine de neden oldu. Dinsel açıdan da kendine has bir algı geliştiren Antik Yunan Medeniyeti bunların da tesiriyle kısmen de olsa gelişmiş bir yapıya sahipti.

 

Politeist inancın hakim olduğu Antik Yunan Medeniyeti, Doğa Tanrı algısına sahip klan dönemi toplumlarından sonra (Totemizm) Tanrı ve din kavramının şekil ve fonksiyon değiştirdiği bir evreye tekabül eder. Klan Dönemi toplumlarının doğa ile özdeş gördükleri tanrı, Antik Yunan Medeniyetinde mistik ve mitolojik bir çehreye bürünmüştür.

 

Din ve tanrı algısının toplumsal ve siyasal şekillenme üzerindeki tesiri göz önünde bulundurulursa ara dönemler olmakla beraber şu üç evrede analizler yapılabilir.

 

1- Doğa tanrı evresi: Bu evre klan dönemi toplumlarının tanrıyı doğa ve doğadaki kavramlarla özdeş tuttuğu kominal, kolektif yaşamın belirgin olduğu dönemdir. Cisimleştirilen tanrı kavramı yaşamın bir parçası olmuştur. Bu dönem cinsiyet esaslı iş bölümünün olduğu bir dönem olmakla beraber kadın ve erkeğin toplumsal yaşam içerisinde ki konumlarının da belirginleşmeye başladığı bir dönemdir. Özel mülkiyet anlayışının olmadığı Klan dönemi toplumları ürettiğini ( Toplayıcı ve avcı özelliğini kullanarak elde ettiğini) günü birlik olarak tüketmiştir. Bu anlamda sömürü ve tahakküm aracına dönüşebilecek bir artı değer oluşmamıştır.

 

2- Mitolojik, Politesit tanrı evresi.:  Bu evre yukarıda  değinilen Kadim Yunan kültürüne özgüdür. Doğadan koparılan tanrı Olympos Dağı"nın zirvelerine çekilmiştir. Esasen Antik Yunan Medeniyetini her anlamda etkileyen dini inanışların demokrasinin de gelişmesinde etkili olduğu söylenebilir.

 

3-  Monoteist tanrı evresi: Tek tanrılı, semavi dinlerin hüküm sürdüğü dönemdir. Bu evrede tanrı tamamen göklere çekilmiştir. Ama din siyasal yaşamın ana belirleyicisidir.Ortaçağ Avrupa"sında Kilisenin mutlak otoritesi görülür.  İslamiyet"in bu anlamda farklılığı Yaratıcıyı insanın özüne en yakın kavram olarak betimlemesidir.- “Şüphesiz ki biz size şahdamarınızdan daha yakınız  (Kaf Suresi, 16)” mealındeki ayet İslamiyet açısından yaratılanın yaratıcı ile olan ilişkisi açısından önemlidir. Bu anlamda yaratıcıyı ne doğanın gizeminde ne de gök yüzünün henüz keşfedilemediği için esrarengiz boşluğunda aramamak gerektiğini, yaratıcının esasen insanın merkezinde olduğu tespiti İslamiyet"i hem farklı hem de daha gerçekçi kılmaktadır.(*)

 

Bu mini sınıflandırmadan sonra konunun demokrasi ile olan ilintilerine dönecek olursak; dinlerin, inançların siyasal yaşam ve buna paralel olarak demokrasi üzerinde en belirgin etkisinin üçüncü evrede gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Karanlık Ortaçağ diye tabir edilen dönemde Avrupa her anlamda kilisenin etkisi altındadır. Avrupa"yı karanlıkta bırakan olgu Kilisenin despotik, doğmalar üzerine kurduğu ve tartışılması mümkün olmayan mutlak otoritesidir şüphesiz. Sancılı bir dönemin ardından Reform ve Rönesans"ı yaşayan Avrupa coğrafi keşifler sayesinde de dünyayı tanımıştır.

 

Avrupa"da aydınlanma felsefesi geliştikçe temelleri çatırdayan kilise 15. yy"dan itibaren otoritesini kaybetmeye başlamıştır. 18. yy"daki Fransız Burjuva Devrimi Avrupa"nın olduğu kadar bütün dünyanın dönülmez bir yola girdiğinin habercisidir. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ulusçuluk büyük imparatorlukları sarsacak başta dönemin iki büyük imparatorluğu Avusturya Macaristan ve Osmanlı olmak üzere bütün merkezi yapılar bu anlamda çöküşe doğru sürüklenecektir.

 

19. YY"DA OSMANLI

 

13. yy"da kurulan Osmanlı İmparatorluğu şerri ve örfi kanunların dengeli bir şekilde uygulandığı, Mutlak monarşi ile yönetilen bir ülkeydi. Çok uluslu, çok dinli bir yapıya sahip olan Osmanlı"da yer yer küçük çapta isyanlar olmuşsa da 19. yy"a  kadar devletin bekasını tehlikeye atacak nitelikte bir iç isyana rastlamak mümkün değildir.

 

Doğuda Kürt Mîrleri vasıtasıyla Safevi tehlikesini pasifleştiren Osmanlı, Yavuz Sultan Selim Döneminde itibaren Halifelik kavramının sembolik ve manevi gücünden istifade ile Müslüman dünyasını rahatça yönetebilmiştir. Osmanlı"daki ilk isyanların Balkanlar"da gerçekleşmiş olması bu bölgede bulunan gayri Müslimlerin İslami bir kurum olan halifeliğin tesirinde kalmamaları ile açıklanabilir. Kürdistan"da ise ilk etkili isyanlar yine 19.yy"a tekabül eden Şêx Ubeydullahê Nehrîyê isyanıdır.(**) Her ne kadar bir çok tarihçi Şêx Ubeydullah isyanını Osmanlı – Rus savaşından kaynaklanan bir otorite boşluğunun sonucu olarak görse de bilindiği üzere II. Mahmut dönemi modernleşme ile birlikte merkezileşmenin de uygulamaya geçirildiği bir dönemdir. Şêx Ubeydullah isyanın da bu merkezileşmeye karşı gelişmiş bir isyan olması tarihi gerçeklerle daha çok bağdaşır görünmektedir.

 

Bunun dışında Osmanlı"nın öteden beri ayrıcalıklı gördüğü, Tımar yolu ile varlık ve siyasal etkinlik kazanan Anadolu ve Rumeli Beyleri (Ayan) padişah ve yönetim üzerinde belirgin bir etkiye sahip olabilecek bir konuma gelmişti. Fransız ihtilalinin yarattığı milliyetçilik dalgasının Osmanlı"nın parçalanmasına zemin oluşturduğu bir dönemde padişah üzerinde etkin olan toprak beyleri, II . Mahmut dönemine gelindiğinde Padişahı yönlendiren gizli bir güç konumuna gelmiştir. İstanbul"da çıkacak olası bir gayri Müslim isyanının Osmanlı"nın bitişi olacağını hesap eden II. Mahmut Ayanların desteğini almak için kendisi de bir Rusçuk ayanı olan ve III. Selim"in öldürülmesiyle sonuçlanacak bir isyanı fırsat bilerek, İstanbul üzerine yürüyüp II. Mahmut"u padişah kendisini de sadrazam ilan eden Alemdar Mustafa Paşa aracılığıyla Ayanlara bazı yetkiler tanıdı.

 

Daha sonra Heyeti Mebusan"ın hemen yanı başında ülke yönetimine ortak olacak olan Heyeti Ayan"ın kurulmasına kadar varacak olan bu durum, Osmanlı içerisinde ki feodal toprak beylerinin bir zaferidir. 7 Ekim 1808"de (***) Ayanlar ve Padişah arasında imzalanan Sened-î ittifak padişahın yetkilerinin sınırlandırılması açısından Mutlak Monarşiden meşruti monarşiye geçiş olarak değerlendirilmiş ve Türk tarihinin ilk yazılı demokrasi belgesi olarak kabul edilmiştir. Sened-î ittifak her ne kadar bazı tarihçiler tarafından demokrasi zaferi olarak algınmışsa da bir çok tarihçi belgeyi özünde feodal Anadolu ve Rumeli beylerinin Padişah üzerinde kurduğu otoritenin kanıtı olan ve Osmanlının feodal beylere karşı acziyetini gösteren demokrasi ayıbı niteliğinde bir belge olarak görmektedir(1)

 

 Bir taraftan Sened- î İttifak ile ayanları ayrıcalıklı bir konuma taşıyan Padişah diğer taraftan Kürdistan üzerinde etkili olan Mîr ve Şeyhlerin otoritesini de yıkmayı hedeflemektedir. Batıda II. Mahmut"un Meşhur Sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa ittifak belgeleri ile Ayanları kontrol altına alma ve onların nüfuzundan yararlanma gayreti içine girerken, Doğu da ise Osmanlı merkezi yapısını güçlendirmek için girişimlere başlamıştır. 19. YY ikinci yarısından başlamak üzere Kürdistan"da toprak reformu ve tabu uygulamasına giden Osmanlı, daha önce eyalet görünümü arz eden Kürdistan"ın tamamen merkeze bağlanmasını hedeflemiştir. Kendi mutlak otoritesini Ayanlarla paylaşan padişah Kürt beylerinin özerk yapılarını merkezi devlet için bir tehlikeye olarak algılamaya başlamıştır.

 

Sened-î İttifakın içeriği

 

Padişah ile Ayanlar arasında imzalanmış bir mutabakat metni görüntüsü veren Sened-î ittifak, bir demokrasi deklarasyonundan çok, sadece parçalanmanın eşiğindeki bir devletin “ Denize düşen yılana sarılır” mantığı ile kurtuluş reçetesi olarak gördüğü bir belgedir. Belge özetle şu maddelerden oluşmaktadır.

 

1- Ayanlar ve eyalet valileri padişaha bağlılıklarını bildirecek. Sadrazamı onun mutlak temsilcisi olarak görecektir.

 

 2- Devletin kurtuluş ve bekası orduya bağlıdır. Ayanlar eyaletlerde asker toplanmasına yardımcı olacak, ordu yeni nizama göre ( Nizâm-i Cedîd) teşkilatlanacaktır.

 

 3- Mevcut vergi düzenine uyulacak, padişaha ait mallara Ayanlar el koyamayacak


4-  Ayanlar padişahı ve onun temsilcisi Sadrazamın otoritesini kabul edecek

 

5-   Ayanlar kendi eyaletlerinde kendilerine bağlı yönetimler (Adil) kuracak. Kendi aralarında husumet yaşamayacak birbirilerinin topraklarına taarruz etmeyecektir.

 

6- Devlet Merkezinde (İstanbul"da) çıkacak olası bir isyanda Ayanlar yardım için İstanbul"a yürüyecektir.

 

 7-  Vergi miktarlarının belirlenmesinde ayanlar da padişah yanında söz sahibi olacak.(****)

 

 Sened-î ittifak ve Demokrasi

 

İttifakın maddelerinden de anlaşılacağı gibi Sened-î İttifak bir demokrasi belgesinden çok bir “Demokrasi Ayıbı” görüntüsü vermektedir. İttifak, Yeniçeri"nin aynı yıl çıkardığı bir isyan (darbe) neticesinde Alemdar Mustafa Paşanın öldürülmesiyle uygulanamadan tedavülden kalkmıştır. Böylece Ayanların kısmen de olsa Yeniçeri baskısını kırma girişimleri boşa çıkmıştır. Günümüzde de olduğu gibi askerin sivil(!) alana müdahalesi, senedin işlerliğini yitirmesine neden olmuştur.

 

Her ne kadar Senedi-Î îttifak, bir Magna Carta(1215"te İngiltere"de imzalanan Magna Carta Libertatum -Büyük Özgürlük Bildirisi- Aynı zamanda dünyanın ilk yazılı demokrasi belgesi olarak kabul edilir. Bu belge ile İngiltere"de etkin olan Baronlar yönetime katılma hakkı kazanmıştır. İngiltere"de uzantıları bugüne kadar gelen Lordlar Kamarası"nın kurulması bu dönemin ürünüdür. Ne var ki bu belgeden yaklaşık 6 asır önce Hz. Muhammed"in okuduğu Veda Hutbesi temel hak hürriyetler konusunda çok daha açık ifadelere yer vermektedir.) benzetmesine maruz kaldı ise de ne etkisi ne özü itibariyle Magna Carta"ya benzememektedir.

 

Sened-î ittifak sadece  devlet üzerinde 1826"ya kadar bir cunta vazifesi gören Yeniçeri"ye ve padişaha  karşı Ayanların yaptığı bir mini darbe görüntüsü vermektedir. Bundan sonraki süreçte gelişmeleri, özellikle azınlıkların etkili muhalefeti ile Sultan Abdülmecit"in tanzimat Fermanını yayınlaması takip eder. Devleti, uygulanmaması durumunda hiçbir yaptırımı bulunmayan ve uzun bir süre padişah açısından bir bağlayıcılığı olmayan fermanlarla kurtarmaya çalışan son dönem Osmanlı padişahları  ile günümüz hükümetlerinin demokratik açılımlarına doğru bir yolculuğa çıkmak üzere,  Önümüzdeki yazıda Islahat ve Tanzimat fermanı ile devam edeceğiz. 

 

(*) Yapılan bu sınıflandırmanın haklı – haksız bazı eleştirilere maruz kalacağını şimdiden tahmin etmek güç değil. Esasen burada yapılan sınıflama bilimsel ve kesintisiz bir tarihsel akışı ifade etmemektedir. Gayemiz sadece kaba taslak bir tasnif yapmaktır. Dinlerin insanlık tarihi boyunca gösterdiği gelişme farklı bakış açıları ile kategorize edilebilir. Burada yapılan sınıflama konunun anlaşılması açısından yapılmış ve şahsi kanaatlerin ağır bastığı bir sınıflamadır.

(**) Daha detaylı bilgi için bkz; Celilê Celil, 1880 Şeyh Ubeydullah Nehri Kürt Ayaklanması

(****) Sened ile ilgili  detaylı bilgi ve içerik için bkz.:Suna Kili ve A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1985, s.3-7;

(****) Senedi ittifakın imzalandığı tarihle ilgili farklı görüşlere rastlamak mümkündür. Her ne kadar bazı tarihçiler senedin imzalandığı günü 29 Eylül olarak kabul etmişse de 29 Eylül İttifak imzalanmadan önce Kağıthane"de “meşveret-i amme”  adı verilen toplantının yapıldığı gündür. Sened-î ittifak 7 Ekim günü padişaha sunulduktan sonra kabul edilmiştir.

(1) Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş, İstanbul, Say Kitap Pazarlama, 1982, s.80.

YORUM EKLE