Deprem gerçekliği bu yüzyılı tanımlayan zorluklardan biri olacak; ülkemizin ve şehrimizin gelecekteki durumu, halkımızın refahı, sağlığı, afiyeti ve dünyamızın doğal düzeninin ne kadar sürdürülebilir olacağı, doğal felâketlerle yaşamayı öğrenme ve alışma derecemize ve bu felaketlere karşı nasıl tedbirler geliştireceğimize bağlı olacaktır.
Aslında depremlerin yıkıcı gücü, Antik Çağlardan beri merak konusu olmuş ve insanoğlunu bu konuda araştırmalar yapmaya sevk etmiştir. Ancak depremlerin bilimsel olarak incelenmesi şaşırtıcı derecede yeni bir çabadır. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar depremlerin aletli kayıtları yapılmamış ve sismik dalgaları üreten temel mekanizma 20. yüzyılın başına kadar belirlenememişti. Bu yüzyıldan itibaren bir dizi laboratuvar, saha ve teorik araştırma sonucunda yeni ve güçlü bir disipline dönüştü; deprem bilimi.
Dolayısıyla deprem açısından riskli bir bölgede yaşayan bizler de gelecekte neler olacağını anlamak için geçmişte yaşanılanlara ve deprem biliminin bize sunduğu verilere bakarak dersler çıkartabiliriz. Yaşadığımız bölgede hangi felaketlerin bir yıkımı tetikleme potansiyeline sahip olabileceğini öngörüsüne sahip olabiliriz.
Bugüne kadar yapılan jeolojik çalışmalar yaşadığımız şehrin (Yüksekova) jeolojik olarak aktif bir bölgede yer aldığını ve çevresinin çoğunun deprem riskine yatkın olduğunu göstermektedir.
Geçmişte bölgemizde birçok büyük deprem meydana gelmiştir. Yakın tarihte: “7 Mayıs 1930 tarihinde Türkiye saatiyle 00.34’te Türkiye-İran sınırında meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremden Hakkâri etkilendi. 80 köy tamamen yıkıldı, 2 bin 514 kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 3 bin bina hasar gördü. Şehrin neredeyse yerle bir olduğu deprem o zamanın gazetelerinde yer almadı.”[1]
Ülkenin tanınmış bilim insanları hem geçmişte yaşanan depremlere hem yakın dönemde meydana gelen depremlere hem de bölgenin tektoniğine bakarak yakın gelecekte meydana gelebilecek büyük ve yıkıcı depremler konusunda ciddi uyarılar yapmaktalar.
Geçmiş yıllarda yine akademi camiasından Jeoloji alanında uzman olan hocalar tarafından hazırlanan‘‘Yüksekova (Hakkari) Bölgesinin Depremselliği Ve Sismik Tehlike Analizleri’’ adlı çalışmada şunlar ifade edilmişti:
“... Yüksekova yerleşimi ve yakın çevresinin depremselliğini ve aktif tektoniğini anlamak için bölgesel ölçekte, İran’ın KB’sini de içerisine alacak şekilde gerek tarihsel gerekse aletsel dönemde gerçekleşen büyük depremleri ve bu depremlere kaynaklık eden fay zonlarını incelemek önemlidir. Bölgesel olarak Yüksekova yerleşimi ve yakın çevresi, kuzeyinde Başkale Fay Zonu (BFZ), güney ve güneydoğusunda Bitlis Zagros Bindirme Kuşağı (BZBK) ve bu kuşağın devamı niteliğinde olan Şemdinli Fayı ve İran içerisinde uzanan “Main Recent Fayı”nın kuzeybatı ucu ile kuzeydoğuda Salmas Fay zonu ile çevrelenmektedir. Bu fay zonları üzerinde aletsel dönemde M≥5 in üzerinde yıkıcı depremler meydana gelmiştir.”[2]
Deprem konusunda bilim insanlarının bugüne kadar yaptığı çalışma ve açıklamalara bakılırsa depremsellik açısından çok riskli bir bölgede yaşamaktayız.
Fakat bu gerçeği bildiğimiz halde depreme karşı tedbir almak anlamında hiçbir şey yapmış değiliz, eksiğimiz çok ve gecikmeden bir şeyler yapmalıyız. Şu ara yapılan erken uyarılara rağmen eğer bir şey yapmaz ya da “elimden bir şey gelmez, ömrüm yetmez, vs...” gibi tavırlar takınırsak yaşadığımız şehri ve gelecek nesilleri büyük bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış oluruz. Sorunların adresi gelecek değil, bugün, şimdi... Zira cefayı çekecek olanlar tamda şu an büyümekte olan çocuklarımız ve torunlarımız...
Dolayısıyla endişelenmek için pek çok sebebimiz var ama harekete geçmek için az vaktimiz var.
1930 da Hakkari de 7,2 şiddetindeki depremde 80 köy tamamen yıkılmış ve nüfus o dönem çok az olmasına rağmen 2.514 kişi yaşamını yitirmişse, şuan ki bu kalabalık nüfusta olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
Halk, siyasilere seslerini yükseltip derhal acil önlemlerin alınması sağlanmalıdır. Aksi takdirde hepimizi çok kötü sonuçlar bekliyor, olacak...