Üç bölgede toplam 19 Kürt kadını ile yapılan mülakat sonucu ortaya çıkan eserin yazarları Alp İbrahim ve Mürsel Yıldız, kitabın "Antitarih" özelliğine de sahip olduğuna dikkat çekerek, "Bu kitap biraz da çocukları için yaşayan annelerin hikayesi" dedi.
Her biri farklı bir ideolojiye sahip olsa da ortak duygu ve düşünceler ile yola çıkan iki yazarın ortak öyküsü "Başka Dilde Anne Olmak Ya Da Simurg'un Gözyaşları" isimli kitap, okuyucusu ile buluştu. Ön sözünde "Antitarih" diye de adlandırılan ve toplam 175 sayfadan oluşan kitap, Türkiye'de yaşayan Kürt kadınlarının son 30-35 yıllık derin acısını anlatıyor. 1990 ve sonrasına dair bölgede yaşanan ve kimi zaman belgesellere konu edilen olaylara değinilen kitapta üç bölgeden toplam 19 Kürt kadının hikayesi işleniyor. Alp İbrahim ve Mürsel Yıldız tarafından kaleme alınan araştırmaya dayalı kitaba ilişkin bilgi veren yazarlardan Alp İbrahim, konusu kadar dikkat çeken "Simurg" ismine ilişkin; Simurg'un Kürt dilinde 37 kuşu temsil eden, gözyaşları ile öleni diriltip kül olan fakat kendi küllerinden yeniden doğan bir kuşu temsil ettiğini belirtti. Özellikle bu ismi 1990'lı yıllardan bu yana yaşadığı acılara rağmen dimdik ayakta durabilen Kürt halkını iyi sembolize ettiği için kullandıklarını belirten İbrahim, kitabın içeriğine konu olan annelerin ise en fazla acı çeken kesim olduğunu vurguladı.
'Kitapta biz anlatıcı değil bir parçasıyız!'
Kitabın çocukları için acı çeken anneleri anlattığını belirten İbrahim, "Aslında bu kitap biraz da çocukları için yaşayan annelerin hikayesi! Özellikle geçmişte yaşamını yitirenler için televizyonların 'PKK leşleri, cani, terörist' gibi kavramların bu coğrafyada yaşayan annelerin üzerinde nasıl bir etki yarattığını, ya da insan olanın vicdanında nasıl bir sorumluluk duygusu yarattığı üzerine yapmış olduğumuz bir çalışmadır. İşte tam da bu durumdan yola çıkarak annelerin kendi dünyasında çocuklarını nasıl gördüklerini anlattık. Yaptığımız çalışma biraz da bu yönü ile sözlü tarih çalışmasıdır. Türkiye'nin geçmiş tarihiyle yüzleşecek bir takım sosyolojik belirlemelerde bulunarak, kitabı oluşturduk. Diğer yandan kitapta biz anlatıcı değil, hikayenin bir parçasıyız. Kitapta verdiğimiz 'Sizin dışınızda başka annelerde acı yaşıyor. Başka annelerinde çocukları öldü. Üstelik çocuklarının mezarları bile olmayan anneler var. Gökyüzüne veya dağlara bakarak dua eden anneler var...' şeklindeki mesajlar ile toplum üzerinde empati kurdurmaya çalıştık" dedi.
'Öcalan'ı seviyorum; çünkü... '
Çalışma için 3 ana bölge seçildiğini; bunların Adana, Diyarbakır ve ötesindeki merkeze uzak ilçeler olduğuna dikkat çeken İbrahim, "Bunun nedeni ise, örneğin; Adana'da yaşayan anneler kendilerini diasporada görüyorlardı. Azınlık bir toplum olarak kendilerini görüyorlardı. Bunların ilişkilerini ve Kürt meselesine ilgilerini anlama çabasıydı. Diyarbakır'daki çalışma ise annelerin merkezde bir Kürt olmanın onların sosyolojik dünyasında nasıl bir etkisinin olduğunu anlamaya çalışma... Üçüncü bölgede hem Barış Annesi olmayan hem de Kürt siyasetine ilgi duyan ama örgütlü olmayan annelerin bakış açısını anlamaya yönelik bir çalışma idi. Sonuç olarak insanların vicdanının, acı çeken bu anneleri görmesini istedik. Üstelik bu annelerin ölümü kutsamayı bir kenara bırakalım lanetlediklerini gördük. İşin garip tarafı annelerin çoğu okuma ve yazma bilmiyordu. Ama gerek ekoloji, gerek Sümer Rahip Devletleri tarihi, kadın sorunlarını biliyorlardı. Mesela annelerden birine 'Abdullah Öcalan'ı neden seviyorsunuz?' diye sormuştum. O da bana 'Bir insan durduk yere birini sevmez. Ben kördüm; O bana göz verdi. Sağırdım, O bana kulak verdi. Dilsizdim O bana dil verdi... Ben şimdi her yere istediğim gibi gidiyorum. Öncesinden tarlaya gidip eve döner çocuk doğururduk. Ama şimdi benim eşim bana hesap soramıyor. İşte bunları öğretti' diye cevap vermişti ve bu beni çok şaşırtmıştı" diye konuştu.
Mülakat boyunca annelerin hem kendi hem de yaşamını yitiren çocukların hikayelerini anlattığını ve kitabın bu alıntılardan oluştuğunu dile getiren İbrahim, annelerin anlatımları ile ilgili şu örnekleri verdi: "Bir anne dağda parçalanarak yaşamını yitiren oğlunun çocukluğunu anlatmıştı. Oğlunun hikayesini anlatırken işte 'Ben tarlada çalışıyordum, o zaman oğlum çok küçüktü. Eteğime yapışmış 'Anne gitme bana ekmek, ayran ver' demişti. 'Benim oğlum çocukluğunda bile doymadı' demişti ve bu beni çok yaralamıştı. İkinci hikaye ise Sakine ananın hikayesiydi. Çocuklarının mezarının çok uzak olduğunu söylüyordu. Ve 'Eğer barış gelirse, çocuklarımın mezarı başına gideyim diyeyim ki; Oğlum Kürtler senin istediğin gibi artık rahat yaşıyor! Sen de mezarında rahat uyu. Bunu söylemekten başka ne isteyebilirim ki!' demişti" diye konuştu.
Üç kitap çalışması olduğunu ve son kitap çalışmasını ise toplumsal sorumluluğu gereği yaptığını dile getiren İbrahim şunları kaydetti: "Bu çalışmamızın insanlığa bir getirisi var. Hayata dik bakmak için, başkalarına yapılan vicdansızlığı anlatmak için ben onun fotoğrafını çekmeye çalıştım. Ben yazarım geri çekilirim. Gerisi kitapla okur arasında kalmış bir ilişkidir."DİHA
Güncelleme Tarihi: 24 Haziran 2013, 09:50
SIRADAKİ HABER