2025 Haziran’ında İsrail’in “Yükselen Aslan Operasyonu” adını verdiği İran saldırısı, sadece bir askeri operasyon değil; aynı zamanda bölgesel ve küresel güç dengelerini yeniden dizayn etmeye yönelik çok katmanlı, çok boyutlu bir stratejik hamle olarak okunmalıdır. İsrail’in bu saldırısıyla birlikte Ortadoğu’da yeni bir tırmanma sarmalına girilmiş, hatta belki de bir dönemin sonu, başka bir dönemin başlangıcı görülmüştür.
Savaşın süregiden hafızası...
Ortadoğu, yirminci yüzyıl boyunca emperyal dizaynlarla şekillendirilmiş, yapay sınırlarla örülmüş, kimliklerin bastırıldığı, etnik ve mezhepsel fay hatlarının sürekli diri tutulduğu bir coğrafya olarak savaşın süreklileştiği bir alan haline geldi. İsrail’in varoluşu, kuruluşundan bu yana bölge siyasetinin en keskin düğüm noktalarından biri oldu. 1979 İran Devrimi’yle Şii teolojisinin devleti şekillendirmesi ve anti-Siyonist bir eksende yükselmesi, bu düğümü daha da karmaşık hale getirdi. Bugün gelinen nokta, bu tarihsel gerilimin sadece bir parçasıdır. Ancak önceki tüm çatışmalardan daha kapsayıcı ve daha küresel sonuçlar doğurabilecek bir aşamaya gelinmiştir.
İran’a yönelik “zamanlı” ve “mesaj dolu” saldırı...
İsrail'in bu saldırısı, klasik anlamda bir “önleyici darbe” olarak sunulsa da esasen bir güç gösterisi, bir niyet beyanı ve bir stratejik hizalanma sinyalidir. Saldırının hedefleri rastgele değildir: İran'ın nükleer altyapısı, bilim insanları, füze sistemleri ve Devrim Muhafızları seçilmiştir. Bu, İran’ın sadece askeri kapasitesine değil; bilimsel, teknik ve entelektüel sermayesine de doğrudan bir saldırıdır.
Aslında bu operasyon, 2023-2024 boyunca Gazze, Lübnan ve Suriye’de yürütülen müdahalelerin bir mantıksal devamı olarak okunmalıdır. İsrail, İran’ın vekil gücü olarak konumlandırdığı Hamas ve Hizbullah’ı etkisiz hâle getirdikten sonra, artık doğrudan merkezle, yani Tahran’la hesaplaşma aşamasına geçmiştir.
Netanyahu’nun iç ve dış stratejisi...
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu saldırıyı sadece güvenlik gerekçeleriyle değil, aynı zamanda iç politik pozisyonunu tahkim etmek için gerçekleştirdiği de söylenebilir. İsrail kamuoyu uzun süredir hem Gazze’deki savaşın maliyeti hem de güvenlik açığı nedeniyle hükümete baskı yapmaktaydı. Netanyahu için İran’a yönelik bu saldırı, hem iç cephede bir konsolidasyon aracı hem de ABD’deki cumhuriyetçi çevrelerle yeniden senkron kurma girişimi olarak görülebilir.
Uzmanlara göre Netanyahu, İran’ın nükleer programını kalıcı olarak engellemek değilse bile yavaşlatmak, kontrol altına almak ve rejimi içeriden sarsmak niyetindedir. İran’ın siyasal yapısında yaratılacak bir iç karmaşa, rejimin güvenlik reflekslerini zayıflatabilir ve bu da İsrail’in gelecekteki müdahalelerini kolaylaştırabilir.
İran toplumuna mesaj...
Bu türden saldırılar, sadece fiziksel yıkıma değil; toplumsal psikolojiye de yöneliktir. İran toplumunda hâlihazırda ekonomik kriz, politik baskılar ve sosyal huzursuzluk söz konusudur. Bilim insanlarının hedef alınması, yalnızca nükleer programın teknik zayıflatılması değil; aynı zamanda İran halkına yönelik bir moral darbedir. Bu, “devlet sizi koruyamıyor” mesajını içerir. Bu anlamda harekat, bir rejim istikrarsızlaştırma taktiği olarak da okunmalıdır.
Avrupa ve Basra Körfezi...
Tırmanan bu kriz, sadece Ortadoğu’yu değil; Avrupa enerji güvenliği, dünya ticareti ve uluslararası diplomasi açısından da çok ciddi etkiler yaratacaktır. İran’ın Hürmüz Boğazı üzerinden geçiş yapan petrol tankerlerini hedef alması durumunda, Basra Körfezi’nin stratejik deniz trafiği sekteye uğrayacak ve bu da petrol fiyatlarında ani ve yüksek bir sıçramaya yol açacaktır. Özellikle Avrupa ekonomisi hâlihazırda kırılgan durumdayken bu türden bir enerji krizi yeni bir resesyonu tetikleyebilir.
Görünmeyen Ortaklık mı?
Her ne kadar ABD, saldırıya doğrudan katılmadığını beyan etmiş olsa da, İsrail’in bu düzeyde bir operasyonu Washington’un bilgisi ve rızası olmadan gerçekleştirmesi oldukça düşük bir ihtimaldir. Bu saldırı, ABD’nin İran nükleer anlaşmasına yönelik yeniden başlatmaya çalıştığı diplomatik süreçleri de sabote etmektedir. Dolayısıyla İsrail’in hedeflerinden biri de ABD’yi İran’la müzakere yerine çatışmaya yönlendirmektir.
Eğer İran, doğrudan ABD üslerini hedef alırsa (ki bu ihtimal oldukça güçlü), o zaman İsrail’in istediği zincirleme reaksiyon başlatılmış olur: ABD, istemeyerek de olsa savaşın içine çekilir.
Sarkaç hızlanıyor...
“Yükselen Aslan Operasyonu”, askeri bir operasyonun çok ötesindedir. Bu, tarihsel olarak şekillendirilmiş düşmanlıkların, modern jeopolitiğin ve iç siyasi hesapların birleştiği bir stratejik satranç hamlesidir. Bölge, uzun süredir düşük yoğunluklu savaşlara alışkındı ama şimdi yüksek yoğunluklu, devletler arası bir çatışma ihtimali ciddi biçimde masadadır.
Ortadoğu'da psikolojik barajlar yıkıldı. Bölgesel gerilim pik seviyede. İsrail, tarihsel hafızasında sürekli diri tuttuğu “varoluşsal tehdit” nosyonunu eyleme dökerken, İran rejimi de aynı motivasyonla karşılık vermeye başladı. Bu süreç, sadece Ortadoğu’nun değil, dünya siyasetinin yönünü belirleyecek bir dönemeçtir. Ortadoğu’da çözüm, askeri değil diplomatik adımlar ve ciddi arabuluculuk gerektiriyor. Diplomasi yeniden devreye girmezse eğer, bu satranç oyunu kaybedeni çok, kazananı belirsiz bir savaşa ve “kontrol dışı” bir bölgesel krize dönüşebilir.
