Yitik Cennetin Bilgisi

İnsan yeryüzüne inmiş bir karanlıktır. Yaşarken aydınlanacağı umulmuş sanki.

Yitik Cennetin Bilgisi
ALİYA DÜŞÜNMEZ- YÜKSEKOVA GÜNCEL

İnsan yeryüzüne inmiş bir karanlıktır. Yaşarken aydınlanacağı umulmuş sanki. Ancak bütün öğrenimi zarar verme edimi ile ilişkilidir. Zarar vermeden öğrenemez. Oysa evrenle hukuku, başından beri bellidir. Kendisiyle ve birbiriyle olan hukuku da varoluşundan beri bellidir. Ama o ancak sonunu görünceye kadar, tüm hukuku hiçe saymaya eğilimlidir.

Bu yüzden olsa gerek, bütün kutsal metinlerde, mitolojilerde insan, öğrenecek, öğrenmeye muhtaç bir varlık olarak tasvir edilir. Varoluşun bilgeliğine veya ahlakına doğuştan sahip olmayı, tanrısallık, tanrıçalık veya ilahilikle bağlantılı olarak açıklamaktadırlar. Yani insan özelliklerinde bunlar bulunmaz. Hiç bir devirde insan, insanı bu yönde ikna edememiş olmalı ki, hiç bir dönemde bu özellikler insana atfedilmemiştir.

Cennetten kovulma ceza olarak, cennetin tüm bilgisinin hafızamızdan silinmiş olmasının yanında hiç kalırmış meğer. İnsan ilk bundan tedirgin olmalıydı ama on binlerce yıldır sadece cennetten kovulmuş olmaya hayıflanıp duruyor. Bütün arayışını da bu yitirmenin üzerine inşa etmiştir.

Dünyanın kaynakları tükenme tehlikesi taşıyor diye, bütün dünya güçlerinde bir hareketlilik var. Su geleceğin en değerlisi. Oysa bu noktaya gelmeden önce, öngörülebilirdi. Ama insanın hırsı, yaşadığı zamanla sınırlı ve ahlaktan yoksun bakışı onu yolculuğunun sonuna kadar getirdi ve gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu yüzleşme de erdem kaygısı ile değil, yine kendi varlığı açısından taşıdığı riskleri hesaba katmasından ötürü.  Binlerce yıla uzanan doğasının tüm kodları, hala aynı, hala olduğu gibi duruyor.

İşte tam da bu şekillenmiş doğası, tercihleri ve eğilimleri, cennetin bilgisinden ziyade, cennetin kendisini yitirmiş olmasına hayıflanma nedeni.

Bilginin kendisini hafızamızda koruyor olsaydık, ne olurdu acaba diye soramadan edemiyor insan. Acaba o bilgiye uygun bir yaşamı şekillendirme kaygısı güder miydik, yoksa yine bu doğamızda ortaya çıkan umutsuz, karanlık eğilimimize teslim mi olurduk! Bilinmezi çok olsa da, tercihlerimizin uzun yolculuğu pek iç açıcı değil.

Ya bu hafızayı kendi doğamıza, zaman içerisinde kurban etmişsek! Hafızamızdaki cenneti, gün be gün yitirmişsek!

Umutsuzluğumuz beslemişse, kendimize olan düşkünlüğümüzü! Öyle bildiğimiz gibi birden bire değil de, adım adım kendimizi düşürmüşsek! Yüzsüzlüğe vurup, birbirimize bir ceza masalı uydurmuşsak! Muhtemeldir, söz konusu insan olunca, her şey muhtemeldir.

İnsan, hep cennettin sınırsız tüketim alanıyla ilgilenmiştir. Ancak cezanın özünde, güçlü bir erdemin arandığını görmezden gelmiştir. Önüne konulan yolculuğun, belki cezanın özünü anlamak, belki kendi zaaflarını kavramak gibi amaçları olmalı. Ancak ne kutsal metinlere, ne de mitolojilere bu boyutları yansımamış. En azından denk gelebileceğimiz yaygınlıkta olanlarında, bunlarla yollarımız kesişmedi.

Yirminci yüzyıldan başlangıcımıza doğru dönüp baktığımızda, kaybettiğine yakınlaşmış bir insan gerçeği ile karşılaşmıyoruz. Tam aksi bir seyir izlemiş bu yolculuk, hep biraz daha uzağına düşmüş. Gerçekte cenneti özleminden bile kuşkuya düşeceğiniz kadar hem de.

Bilgisini bir kez bile hatırlamaya çalışmamış, bilgisini korumak için hiç çaba sarf etmemiş bir varlık! Bu varlığın günümüzde dünyanın, hayatın sonunun sebebi olmasına şaşırmak için pek bir neden kalmamış.

Sadece açlığını doyurmaya odaklanmış, hep kendisini haklı görmüş, hiç doymamış, hep daha fazlasını istemiş…

İnsan diğer varlıkların kaşifi olma vasfını yitirmiş. O keşiflerin nedeni, anlamı kendi güzergahını yitirmiş. Özlemi olduğunu iddia ettiği, bütün tasavvurlarıyla bağını koparmış ve kendisi açısından bakıp durduğu savrulmalar yaşamıştır.

Çok vurgulananı, biraz daraltarak biz de hatırlayalım. İnsan kendisi ile kurduğu ilişki de bile zarardadır.

Güncelleme Tarihi: 09 Aralık 2015, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER