'Açlık grevleri tüm halklar için'

"Halklar ve İnançlar Konferansı"nda konuşan Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan "Ülkede Başbakan'ın, tabiri caiz ise 34 dilden en talepkâr ve mücadeleci olanının kendini anadille savunma isteği yerine getirmediği için bedenini ölüme yatıranlar ile yüz yüzeyiz" dedi.

'Açlık grevleri tüm halklar için'
Hemşinliler adına konuşan Mahir Özkan ise anadilin önemine vurgu yaparak "Açlık grevleri tüm halklar için" diye belirtti.

HDK tarafından gerçekleştirilen "Halklar ve İnançlar Konferansı" farklı halk ve inanç toplumlarının temsilcilerinin konuşmaları ile Petrol İş Genel Merkezi'nde sona erdi. Düzenlenen konferansa Afro-Türkler, Alevi, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Arap, Boşnak, Çeçen, Adige, Oset, Çingene, Ermeni, Êzidi, Gürcü, Hemşin, Kürt, Laz, Pomak, Rum ve Süryani halk ve inançlarından çok sayıda kişinin yanı sıra BDP Mardin Milletvekili Erol Dora, BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel ve çok sayıda yurttaş katıldı. Konferansın sonunda 5 maddelik bir sonuç bildirgesi okundu ve cezaevinde sürmekte olan açlık grevleri için direnişteki tutsaklar selamlandı.

'Çeçen deyince akla sakal ve cüppe geliyor'

Çeçenler adına konferansa katılan Kadir Polat, şu an en yakıcı sorununun açlık grevleri olduğunu dile getirdi. "Çeçen halkı talihsiz bir halk" diyen Polat, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde katliama uğradıklarını anlattı. Ermeni toplumu tarafından kurulan Nor Zartonk'un açtığı Nor Radyo'da Çeçence program yaparken dilini konuşmakta zorlandığını belirten Polat, "Biz de Türkiye'deki demokrasi mücadelesinde yer almak istiyoruz. Ne yazık ki Çeçenler demokrasi mücadelesinde doğru yerde duramıyorlar. Kirli savaşın yarattığı propagandanın etkisinde kalıyorlar. Tarafsız kalmayı yeğliyorlar ama bertaraf olma gerçeği var. Kurumsal bir destek yoksa hiçbir kültür yaşayamayacak. Tarih bunu gösteriyor. Dünya'da her yıl yaklaşık 6 dil ölüyor" diye konuştu. Polat, Çeçenlerle ilgili algıların gerçekten çok farklı olduğunu, Çeçenlerin radikal İslamcı kişiler olarak algılandığını belirterek "Yeni tanıştığım insanlar şaşırıyor. Sakal, cüppe bekliyor" dedi. Rusya'da yaşanan Ekim Devrimi'nden sonra Çeçenlerin dört kez ayaklandığını anlatan Polat, "1944 Şubatında ise bir anonsla bütün bir ülkeyi, 750 bin kişiyi, hayvan taşınan vagonlara doldurup insanlık dışı koşullara taşıdılar, 14 yıl bu çile sürdü. Akabinde sosyalizm tasfiye edildi ve mafyalar bir devlet oluşturdular. Yine Çeçenler için bir şey değişmedi, hedefteki halk yine Çeçenler oldu" diyerek Çeçen halkının yaşadıklarını özetledi.

'Afrikalı kölelerin artıklarıyız'

Afro Türkleri temsilen konuşan Alev Kartal ise Afro Türklerin pek fazla bilinmediğini belirterek, "Size bir haber vermek istiyorum. Bu ülkede Afro Türkler adında bir grup yaşıyor. Osmanlı'nın son döneminde getirilmiş, çoğu yarı Türk insanlarız. Asıl hikaye bizim neden burada olduğumuz. Nasıl getirildiğimiz. Bu ülkede kölelik diye bir şey vardı. Bu çok fazla insanın bilmediği bir şey. 19. yüzyılın sonlarına doğru çeşitli Afrika ülkelerinden alınan, kaçırılan, satın alınan kişiler bu ülkede aşçı, 'seks işçisi', tarım işçisi olarak evlere satılarak kullanıldılar" dedi. "Çoğu zaman 'nerelisiniz' diye soruyorlar. Görünmezlik çok kötü bir şey" diyen Kartal, şöyle devam etti: "Çığlık atmak zorundasınız. 'Bizi köle yaptınız. Biz de o kölelerin artıklarıyız' demek zorundayız. Bu can sıkıcı bir şey. 'Çok hoşgörülü bir milletiz' denir ya, onun öyle olmadığı tokat gibi yüzünüze çarpıyor. Başınızı önünüze eğdiğinizde evet ayrımcılık yok. Ama üç cümle kurduğunuzda, kölelikten bahsettiğinizde siyah topluluk o ayrımcılığı anlıyor. Adalet, eşitlik ve yüzleşme istiyoruz. Bizi bilin istiyoruz. Ne toprak ne para ne de başka bir şey istiyoruz."

'Gündem açlık grevleri'

Ermeni toplumundan Agos Gazetesi yazarlarından Pakrat Estukyan ise "Ermenilerin Türkiye'de yaşadığı sorunlar çokça dile getirildi. Sil baştan Ermenilerin yerli halk olduğu, Türkler Malazgirt kapısına gelmeden Ermenilerin burada olduğunu söylemek istemiyorum" dedi. "30 yıl öncesinde kimse anadilinin farkına varmadı. Çünkü bir konfora sahiptiler o konfor da şuydu: 'Ne mutlu Türküm diyene.' Ama Müslüman olmayan topluluklar için bu o kadar da mümkün değildi" diyen Estukyan, dinsel farktan ötürü Ermenilerin asimilasyona direnebildiğini belirtti. Konuşmasında açlık grevlerine değinen Estukyan, "Ülkede Başbakan'ın, tabiri caiz ise 34 dilden en talepkâr ve mücadeleci olanının kendini anadille savunma isteğini yerine getirmediği için bedenini ölüme yatıranlar ile yüz yüzeyiz. Hepimizin tüm gücüyle uğraşması gereken şey ölümler olmadan yapılabilecekleri gündeme getirmektir. En duyulur olacak şekilde haykırmalıyız. Bugün Ermeniler şöyledir, böyledir demenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Bugünün gündeminin bu olması gerektiğini düşünüyorum" dedi.

'Hemşinliler kendi kendini asimile ediyor'

Hemşin Dilini ve Kültürünü Yaşatma Derneği'nden Mahir Özkan, "Hemşinlilik bir aidiyet içeren bir kimliği ifade ediyor. Hemşinlilik aslında Ermeni kimliğinin bir parçası. Kullanılan dil Ermenice'nin bir diyalektiği. Müslümanlaştırılmış bir topluluk. Ermenilerden uzaklaşınca kendilerini Hemşinli olarak tanımlamış ve kimliğine sahip çıkmak için Türk dememişler" diye konuştu. Hemşililerin Ermeni olmadıklarını ifade ederken Ermeniceyi kullandığına dikkatleri çeken Özkan, şöyle konuştu: "İstanbul'a taşınana kadar Dünya'da sadece Lazlar ve Hemşinliler olduğunu düşünüyordum. Çünkü bizim köyde ikisi vardı. Göç ettiğimizde babam sorularla muhatap olmamak için 'Lazız' demeye başladı. Bu halk kendi kendini asimile etmeye çalışmış bir halk."

'Açlık grevleri tüm halklar için'

Anadilin ölmemesi için anadil önündeki yasakların kaldırılması gerektiğini belirten Özkan "Bugün insanlar bunun için bedenini ölüme yatırıyor. Bu eylem tüm halklar için yapılan bir eylemdir" dedi. Özkan, en çok yerleşim yeri ismi değiştirilen bölgenin Karadeniz olduğunu belirterek bunların iade edilmesini ve üniversitelerde Hemşince ve diğer dillerin yaşatılması için çalışmalar başlatılmasını talep etti.

'İçine gömülmek istediğimiz toprakları bırakmayız'

Apoyevmatini Gazetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis ise Rum halkını temsilen konuştu. Vasiliadis, "Rumlar sadece İstanbul'un değil bu toprakların kadim halklarından biri ama bugün bu insanların sayısı 3 bine düştü. Bizim sayımız ölümle eksilmedi ki doğumla ikame olsun. Bir ulus devlet yaratmak kolay değil asimile etmek lazım. Edemeyeceğini de eritip yavaş yavaş buradan yollanması lazım. Müslüman toplumları asimile etmek kolay diye düşünüldü ama onun da kolay olmadığı bugün ortaya çıktı" dedi. 18 aylık kısa bir zaman diliminde 60 bin Rum'un, "İçine gömülmek istediği" toprakları terk etmek zorunda kaldığını belirten Vasiliadis, "Benim babam, babamın dedesi hep burada doğdular, şimdi bu İstanbul'da yürüyenlerin kaçının dedesi burada doğdu? Bugün Yunanistan'da kriz sürerken, buradan gitmiş olmasına bakılmaksızın buraya gelmesine izin verilirse belki yok olmaktan kurtuluruz" dedi.

'Anayasa yeterli değil'

Vasialiadis, "Bizim anayasanın da üstünde olan, Lozan Anlaşması ile verilmiş haklarımız vardı. Örneğin eğitim ve savunma hakkı. Vardı da ne oldu? Yeni anayasa hazırlanırken emin olalım ki anayasa ile bu halkların bu hakları tanınırsa bu yeterli olmayacak. Bu anayasanın kimseye dağa çıkmadan insanların hakkını korumasına izin vermesi gerekiyor. Maalesef biz Lozan'ın bize verdiği hakları koruyamadık. Anayasa ile verilen haklar mücadele ile elde tutulmalı" diye konuştu.

'Pomaklar pomaktır'

Pomak Kültür Derneği Yönetim Kurulu üyesi Hasan Uygur, "Pomaklar Pomaktır. Bunun önüne arkasına bir ek getirilmemesi gerekiyor. Pomak'lar Türkiye'de yok sayılan, haklarında yalan yanlış şeyler yazılan bir halktır. Türkler Pomakların soyunu Oğuz Türklerine dayandırmaya çalışıyorlar. Pomaklar antik bir Slav ırkıdır. Biz, dilimiz ve kültürümüzün yaşatılmasından yanayız" dedi.

Konferansta söz alan Süryani topluluğundan Ninorta Arslan, Süryani halkının tarihinden bilgiler verdi. Anti Kapitalist Müslümanlar grubundan Sedat Doğan ise, "Biz Kuran'ın eşitlik ve adalet temsilcisi düşüncelerle bir araya gelince büyük bir kuvvet oluşturacağına inanıyoruz. Bizim Kürt halkından ve diğer halklardan beklentimiz bize destek olması" diye konuştu.

'İnsanlar ölüme yattıysa bizim eksikliğimizdir'

Kürt Enstitüsü Başkan Yardımcısı Sami Tan, Kürt tutsakların bedenini ölüme yatırdığı bir yerde Kürt halkı adına konuşmanın çok zor olduğunu belirterek konuşmasına başladı. Anadillerin korunduğu tüm halkların kurumları ile ortak çalışma yapmak istediklerini belirten Tan, "İnsanlar bedenlerini anadil için ölüme yatırmak zorunda kalıyorlarsa bu bizim eksikliğimizdir. Demokratik alan doldurulamayacağı için bu olmuştur. Bugüne kadar egemenler farklı toplumsal kesimleri birbirlerine karşı kullanarak ayakta kalabildi. Biz bütün ezilenler, tekçi inkarcı sistemden zarar gören insanlar bir araya gelirsek başarıya ulaşabiliriz" diye belirtti.

Konferansın son oturumunda sunum gerçekleştiren Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Bilmez "Halklar ve İnançlar Hapishanesi Olarak Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti ve Dönüştürme Faaliyeti" başlıklı sunumunda "Barış için bir arada yaşamanın ortamını sağlamak için ayrı kompartımanlara hapsedilmiş halklar arasında acil dayanışma kurulmalıdır. Bu anlamda bu konferans çok önemli" diye konuştu. Asıl sorunun ulus devlet modeli olduğunun unutulmaması gerektiğine vurgu yapan Bilmez, şunları söyledi: "Aynaya baktığımız zaman gördüğümüz şey ötekiler literatürde azınlıklar olarak anılıyor. Kurucu unsur gibi kavramlarla ötekiliğini dezavantaj olmaktan çıkarmaya çalışan her halk diğerlerini aşağılamış olmaktadır. Sorun azınlık olmak değil bunun dezavantaj olması."

Yapılan konuşmaların ardından okunan 5 maddelik sonuç bildirgesinde ise şu talepler sıralandı:

1- Bütün halkların eşit haklar ve eşit yurttaşlık temelinde, adil ve demokratik koşullarda, kimliğini özgürce yaşaması, kültürünü özgürce geliştirmesi, anadilinde eğitim yapması ve kendi kendisini yönetmenin idari, iktisadi, siyasi ve güvenlik koşullarının yaratılmasının önündeki her türlü engel kaldırılmalı,

2- Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilmeli, devlet okullarında din dersleri kaldırılarak devlet bütünüyle din işlerinden elini çekmeli, bütün inaçlara eşit biçimde yaklaşmalı, bütün inançlara, ibadetlerini özgürce yapabilecekleri, inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri koşullar sağlanmalı,

3- "Nüfus cüzdanı" ve benzer belgelerden "din hanesi" bölümü kaldırılmalı,

4- Devlet, sorumlusu olduğu her türlü inançsal, etnik baskı, zulüm ve katliamlardan dolayı halklarımızdan özür dilemelidir. Sürgün, zorunlu göç politikalarına tabi tutulan halklarımızın kendi köylerine, yaşam alanlarına dönüşlerinin yolu açılmalı, el konulmuş olan mal varlıkları iade edilmeli,

5- Romanlar, Ermeniler, Rumlar, Ezidiler, Aleviler ve tüm ötekileştirilen halklarımızı aşağılayan, küçük düşürmek isteyen dil, uslup ve yaklaşım, başta eğitim-öğretim ve medya olmak üzere, yaşamın tüm alanlarından temizlenmeli, bu kapsamdaki politikalar "nefret suçu" olarak nitelenmeli,

Bildirgenin sonunda, "Halklarımızın özgürlük ve eşitlik mücadelesini bugün Türkiye cezaevlerinde bedenlerini ölüme yatırarak süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleriyle sürdüren Kürt siyasi tutuklu ve hükümlülerin direnişlerini selamlar, halklarımızın özgürlük ve demokrasi kavgasının bir parçası olarak görür, tutsakların taleplerini benimser ve destekler" ifadelerine yer verildi. Konferans okunan bildirgenin ardından sona erdi. / Diha

Güncelleme Tarihi: 03 Kasım 2012, 23:21
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER