Bir oğulun "zamanaşımına" karşı çaresiz "gözbebeği"

Devlet, "gözbebeği" olmadıkları için galiba, bazı kamu görevlilerinin kaçırılıp öldürülmesine göz yumabiliyor. Bunları yapanları da korumakta bir sakınca görmüyor

Bir oğulun "zamanaşımına" karşı çaresiz "gözbebeği"

"Ayıp gizlemek" bu coğrafyanın en kadim adetlerinden biridir.

Aileler, o ayıpları öylesine büyük gizler ve bunun açığa çıkacağını hissettiğinde öyle bir yaygara kopartır ki susar kalırsınız.

Dahası, ayıbı yapanın cezalandırılması, yaptığının bedelini ödemesi bir yana, en iyi ne varsa hepsine sahip olmasını ister.

En temiz kalpli, en güzel insanla evlenmesini, en zengin olmasını…

O kadim gelenek, bütün ülkelerde bir biçimiyle mutlaka bulunan "cezasızlık" kültürüyle birleşip, bir sarmala dönüşmüştür bu coğrafyada.

Suçu olan korunur, suç işleyenin sırtı sıvazlanır…

* * *

En baştan soralım:

CHP'li Faik Öztrak'ın deyimiyle, "memleketin gözbebeği" kurumlar, TSK ve emniyet, içlerinden suç işleyenler ayıklandığında mı yücelir, aksi olduğunda mı?

Suç işleyenler korunduğunda mı memleket için daha faydalı çalışırlar, suç işleyene bedelini ödettiklerinde mi?

Suç işleyenler himaye edildiğinde mi aşınırlar, aksi olduğunda mı?

Soruların yanıtı basit. Ama kimsenin işine gelmiyor. Ezberi bozacak kadar cesur olsalar belki AKP'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yenebilme şansları olacak ama bu kadarını bile yapamıyorlar.

O zaman bir başka devlet görevlisini anımsayalım. Gözbebeği olmayı başaramayan, namuslu biçimde işini yaptığı için, çetelere "evet" demediği için öldürülen bir devlet görevlisini… Oğlu anlatsın:

* * *

"Babam Mecit Baskın, Ankara Altındağ Nüfus Müdürlüğü görevindeyken gözaltına alınıp katledildi. Ben henüz 5 yaşındaydım. Dosya, yıllarca Ankara Gölbaşı savcılığında 'faili meçhul' olarak bekletildi. 2011 yılında eski özel harekat polisi Ayhan Çarkın kendi isteği ile gidip Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı makamında babam Mecit Baskın'ı nasıl öldürdüklerini ayrıntılı bir biçimde anlatana kadar. Ayhan Çarkın 2013 yılında yapılan ilk duruşmaya tutuklu olarak getirildi. Çarkın ile yapılan olay yeri keşfi ve olay örgüsü babamın katledilmesi olayı ile bire bir eşleşmekteydi ve bu yüzden tutuklanmıştı.

Hakim karşısındaki Çarkın şöyle başladı sözlerine; 'İki araç ile nüfus müdürlüğünün önüne gittik, daha önce de gidip Mecit Baskın'ı sormuştum ama yerinde değildi.  Tam olarak hatırlamadığım bir yerde; ben, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Seyfettin Lap, Ahmet Demirel, Oğuz Yorulmaz ve Ahmet Sakara kendisini beklemeye başladık. Şahsı görüp yanına doğru gittim. Orta boylu temiz yüzlü nazik bir adamdı. Bizimle emniyete kadar gelmesi gerektiğini söyledim; 'hay hay' dedi. Onu Ziya ve Oğuz'un olduğu araca bindirdim ve oradan ayrıldık. Ben ve Ahmet Kızılay'da bir tur attıktan sonra emniyet müdürlüğüne gittik. Kapıda bizi İbrahim Şahin karşıladı ve 'burada ne işiniz var, siz niye diğer ekip ile gitmediniz' diye sordu. Bana verilen talimatın şahsı emniyete getirmek olduğunu söyledim. Bize kızdı ve 'onların yanına gidin Mehmet Ağar'ın haberi var' dedi.

Olay yerine gittiğimde Mecit Baskın yerdeydi. Hava kararmıştı, üstünde siyah bir parka vardı. Vücudunun neresinden vurulduğunu görmedim ama yüzünde bir mermi girişi vardı.'

İşte tüm bu olay örgüsü babamın katledilmesi olayı ile bire bir örtüşmekteydi.

Tüm gerçekliği ve failleri birer birer anlattı Ayhan Çarkın.

Hemen sonrasında 18 aile daha kayıplarının faili meçhul kaldığı bahisle Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulundu ve açık diğer dosyalar birleşerek "Ankara faili meçhul cinayetler davası" adı altında devam etti.

Düşünün ki cinayetlerin üzerinden tam 20 yıl geçmesine rağmen mahkeme heyeti ısrarla maddi bir delil bulma yoluna gitmek istedi.

Yargılama o kadar absürt bir hal almaya başlamıştı ki kurulan silahlı örgütün faaliyetleri kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan sanıklar bırakın tutuklu yargılanmayı, mahkeme savcısının talebi ile duruşmalardan vareste tutuldular. Duruşmalara gelmemeleri söylendi.  

* * *

Sayamadığım onlarca delil ve gerçekliğe rağmen tüm sanıklar hakkında beraat kararı verildi.

Yaklaşık beş ay sonra istinaf mahkemesi, beraat kararını bozdu. Yeniden yapılan yargılamada ise üç ay önce tüm sanıklar hakkında yine beraat kararı verildi.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen üç aya rağmen gerekçeli karar yazmadı.

30 Eylül 1993 yılında kaçırılan ve katledilen babam Mecit Baskın'ın öldürülmesinin hesabını sormak için mahkeme salonlarında verdiğim mücadele 30 Eylül 2023 yılında sona erecek. Çünkü; Türk yargısı bu kadar delil ve gerçekliğe rağmen geçmişte işlenen bu vahşi cinayetlerin üzerini kapatmak için planlı olarak 'zamanaşımı' süresinin dolmasını istiyor.

Devlet baba; bir çocuğun sevdiği insanın akıbetini sorabilmek için meydanlarda ve mahkeme salonlarında vermiş olduğu mücadeleyi engellemek için zaman aşımını ileri sürerek yüzsüzleşmeyi seçiyor.

Bu hesabın mahşere kalmaması ve bir daha bir çocuğun babasının veya sevdiğinin akıbetini sormak için hukuksuz düzene baş kaldırmak zorunda kalmadığı bir Türkiye yaratmak boynumuzun borcu olsun. Mahkeme salonlarından çıkmayan adaletin sağlanması için Cumartesi Anneleri ile meydanlarda haykırmaya devam edeceğiz:

"Kayıplar bulunsun failler yargılansın."

* * *

Bu yazı, Abdülmecit Baskın'ın, adliyeye gide gele büyüyen ve sonuçta avukat olan oğlu Eren Baskın tarafından yazıldı. Babasının dosyasının zamanaşımına girecek olması nedeniyle.

Mecit Baskın, Ankara'da, JİTEM-Susurluk Çetesi olarak bilinen yapı tarafından 1993-96 yılları arasında kaçırılarak öldürülen 19 kişiden biriydi.

Aralarında "gözbebeği" kurumlarda üst düzey görevlerde bulunan eski bakan Mehmet Ağar, eski Özel Harekat Şube Müdürü İbrahim Şahin ile polislerin de bulunduğu 18 sanık hakkında üç ay önce mahkeme ikinci kez beraat kararı verdi.

Yargıya göre, Susurluk Çetesi denilen bir yapı var. Yıllar önce bu tespit yapıldı. Ama ne hikmetse çetenin eylemi yok. Bilinen sırlar…

* * *

Şimdi bu dava kapsamında ismi geçenlerin dosyaları teker teker zamanaşımına girecek. İlk dosya Mecit Baskın'ın öldürülmesi dosyası. 30 Eylül'de 30 yıllık zamanaşımı süresi doluyor.

Bunu diğer dosyalar izleyecek.

Tıpkı Eren Baskın gibi babası Avukat Yusuf Ekinci'yi faili meçhul cinayete kurban veren Avukat Sertaç Ekinci, hazırladığı dilekçede, "Yerel Mahkeme yargılama dahilinde ceza yargılamasının tüm ilkelerini çiğnemiş, ceza zamanaşımı çok kısa bir süre kalmış olan davada gerekçeli kararın yazılmasını da geciktirerek adeta davanın ceza zamanaşımına dahil olmasını beklemektedir. Dava dahilinde sanıkların öldürmekle yargılandığı maktüllerden Abdülmecit Baskın'la ilgili zamanaşımı 30 Eylül'de dolmaktadır. Dosya dahilindeki diğer cinayetlerin de zamanaşımı aynı şekilde yaklaşmaktadır. Devletin 90'lı yıllarda hukuk dışına çıkışının sembolü olan bu davanın özellikle yargı erki tarafından zamanaşımına sokulmaya çalışılması bu konudaki cezasızlık politikasının bir devamı niteliğindedir. Kamuoyunun bu konuda duyarlı olması dileğinizdir" ifadelerini kullanıyor.

Devlet, "gözbebeği" olmadıkları için galiba, bazı kamu görevlilerinin kaçırılıp öldürülmesine göz yumabiliyor. Bunları yapanları da korumakta bir sakınca görmüyor.

Devleti yıpratmakta, kurumların adını kirletmekte, dürüst biçimde bu kurumlarda çalışanları da zan altında bırakmakta da sakınca bulmuyor.

* * *

Tanrıkulu'nun verdiği örnekler

Yargılanması için hedef tahtasına konulan avukat, insan hakları savunucusu, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun linç edilmesine yol açan sözlerine bir de bu açıdan bakalım.

Kulp davasında, AİHM, 11 köylünün 1993'te Bolu Dağ Komando Tugayı tarafından köylerinden alındığını, bu insanlardan bir daha haber alınamadığını kararında açıkça belirtti. Bu köylülerden bir bölümünün helikopterle taşındığını da kayıt altına aldı. 5 Kasım 2004'te bir çobanın Alaca Köyü'ne 500- 600 metre mesafedeki bir dere yatağında yüzeye çıkan kemikleri bulduğu tarihe kadar, akıbetleri de öğrenilemedi. Dava, elbette yine cezasızlıkla sonuçlandı.

Tanrıkulu'nun verdiği bir diğer örnek, hedef tahtasına konularak öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin tırnaklarıyla kazıyarak gerçeği açığa çıkarttığı bir dosyaydı.

26 Mart 1994 günü, ülke tarihine siyah harflerle yazılması gereken bir gelişme yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve TSK ile birlikte bazı unsurların 'terörü bitirmek adına' sözünün üstüne söz söylenemediği o günlerde havalanan dört savaş uçağı Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin üzerinde bombalarını bıraktı.

Ölen 38 kişiden 24'ü çocuktu. Sabah 10.30 sıralarında gerçekleşen bombalamalar sırasında köy meydanında oyun oynuyorlardı birçoğu. 7'si bebekti o çocuklardan. Erkekler erken saatlerde tarlalara gittiklerinden anneleri ve köyün yaşlılarıyla birlikte evlerinde can verdiler.

Anayasa Mahkemesi ve AİHM, bu durumu kararlarında net biçimde aktardı. Savaş uçaklarının sivil köylüleri bombalaması ile ilgili dosya tazminatlar ödenerek kapatıldı. Dosyanın avukatı Tahir Elçi, 2015'te öldürüldü.

Yaşamını yitirenlerin bugün hâlâ ayrı mezarları yok. Toplu bir mezarda duruyor bütün cenazeler.

Ve memleketin gözbebeği kurumlar bunları söylediğinde değil, yapanlar cezalandırılmadığında güç kaybediyorlar.

Gökçer Tahincioğlu / T24

Güncelleme Tarihi: 14 Eylül 2023, 03:52
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER