Bu yazı, “Düğünlerimizin Sosyolojik Arka Planı” başlıklı yazı serimin son halkasını oluşturuyor. Serinin bu son bölümünde özellikle “narsist” kavramını merkeze almamın önemli ve düşünülmüş sebepleri var. Bu tercih, tesadüfen verilmiş bir karar değil; aksine uzun yıllar boyunca toplum içindeki gözlemlerimin, dikkatle izlediğim insan ilişkilerinin ve değişen değer algılarının bir sonucu olarak şekillendi. Gözlemlerim, modern düğün anlayışımızda giderek artan bir ben-merkezcilik eğilimini ve bunun sosyolojik temellerini sorgulamayı gerekli kıldı.
Narsizmin tanımına psikolojik ve sosyolojik açıdan baktığımızda aşağıdaki tanımlar karşımıza çıkıyor.
Psikolojik açıdan narsizm: kişinin kendine aşırı hayranlık duyması, kendi önemini abartması ve başkalarının duygu ve ihtiyaçlarını yeterince önemsememesi durumudur. Narsist kişiler genellikle beğenilme, onaylanma ve üstün görünme ihtiyacı içindedir. Bu, sağlıklı bir özgüvenden farklı olarak, kişinin benliğini sürekli dış onayla beslemeye çalışması anlamına gelir.
Sosyolojik açıdan narsizm ise bireyin yalnızca kendisini merkeze koyduğu, toplumsal ilişkileri “gösteri ve imaj” üzerinden kurduğu bir kültürel eğilimi ifade eder. Modern toplumlarda sosyal medya, tüketim alışkanlıkları ve bireycilik, narsistik davranışları besleyen önemli unsurlar haline gelmiştir. Bu nedenle narsizm artık sadece bireysel bir kişilik özelliği değil, aynı zamanda çağın ruhunu yansıtan bir toplumsal olgu olarak da değerlendirilmektedir.
Günümüz düğün anlayışında gözlemlediğim birçok davranış biçimi, bireysel bir kişilik özelliğinin ötesine geçerek toplumsal bir eğilime dönüşmüş durumda. Narsizm, en genel anlamıyla kişinin kendine aşırı hayranlık duyması, beğenilme ve öne çıkma arzusunu sürekli beslemesi demektir. Düğünlerimizde bu durum yalnızca psikolojik bir eğilim olarak kalmamış; toplumsal düzeyde, bireyin kendisini başkalarına “gösterme” isteğiyle birleştiğinde kültürel bir fenomene dönüşmüştür. Modern olduğu yanılgısına kapılan toplumumuzda, özellikle düğünler gibi toplumsal nitelikli özel günlerde, narsistik eğilimler çoğu zaman gösteriş, onay arayışı ve imaj kaygısı şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu nedenle narsizmi anlamak, aslında düğünlerimizin ardındaki sosyolojik dinamikleri çözümlemek anlamına gelir.
Bu serinin önceki yazılarında da vurguladığım üzere, aşırı masraflı düğünlerimizin arkasındaki görünen ve etkili olan kahramanı çoğu zaman gelindir. Gelin, toplumsal beğeni ve takdir edilme arzusunun yönlendirmesiyle, düğün sürecinin her aşamasında kusursuzluk arayışına girer. Bu arayış, yalnızca estetik bir kaygının değil, aynı zamanda narsistik bir tatminin de dışavurumudur. Çünkü düğün, artık sevginin değil; “ben” olgusunun fütursuzca dillendirdiği, “benim en güzel günüm, benim gelinliğim, benim düğünüm” gibi ifadelerle kurulan bir benlik gösterisinin alanına dönüşmüştür. Sosyal medya paylaşımları, pahalı çekimler ve gösterişli organizasyonlar, bu narsistik doyumun hem nedeni hem de sonucudur. Böylece gelin, beğenilme isteğini aşkın bir düzeye taşıyarak kendi benliğini dışsal onayla besler; düğün ise bir sevgi ritüelinden çok, benliğin sahne aldığı bir narsist gösteri hâline gelir.
Sosyolojik açıdan bakıldığında narsizm, modern toplumları tehdit eden bulaşıcı bir hastalık hâline gelmiştir. Günümüzde birey, kendi varlığını toplumsal ilişkiler aracılığıyla değil, başkalarının beğenisi üzerinden tanımlar hâle gelmiştir. Bu yönüyle narsizm, anarşizmden çok daha tehlikeli bir olgudur. Çünkü anarşizm düzeni dışarıdan sarsarken, narsizm toplumsal dokuyu içeriden çürütür. Hal böyle iken düğünlerimiz bu tehlikeli narsistik kültürün en görünür sahnelerinden biri hâline gelmiştir. Gösteriş, rekabet ve beğenilme arzusu etrafında şekillenen bu organizasyonlar, artık sadece bir kutlama değil; toplumsal bir benlik gösterisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece narsizmin bulaşıcı etkisi, bireyden bireye, sokaktan sokağa, hatta şehirden şehre yayılarak toplumun tüm kesimlerine nüfuz etmektedir.
Toplumumuz, ne yazık ki narsizm baskısını derinden içselleştirmiş bir hâle gelmiştir. Bu narsist baskıyı sosyal hayatın birçok alanına yaymıştır. Artık bireyler sadece kendilerini değil, ait oldukları toplumsal yapıları da bu beğenilme ve üstün görünme tutkusunun bir aracı olarak kullanmaktadır. Düğünlerin sergilediği gösteriş sarhoşluğu, zamanla aşiret kültürüne de sirayet etti. Eskiden dayanışma ve aidiyet duygusuyla öne çıkan aşiret yapıları, bugün rekabetin ve statü savaşlarının sahnesine dönüşmüştür. Aşiret festivalleri, aynı düğünlerde olduğu gibi, birlik duygusunu pekiştirmek yerine bireysel ve topluluk temelli gösteriş yarışlarının bir biçimi hâline gelmiştir. Şehrimizde bu durum, toplumu birleştirmekten ziyade ayrıştıran, hatta zaman zaman ciddi aşiret çatışmalarına zemin hazırlayan bir toplumsal patolojiye dönüşmüştür.
Toplumumuzda virüs gibi yaygınlaşan bu narsist baski kendi yüzlerini oluşturmayı başarılı bir şekilde başarmıştır. Düğünlerde halay başını çekerken kendinden geçen sevimsiz karakterler, gücünü bilgiden, görgüden alması gerekirken tam tersine gücünü paradan, mafyatik iliskilerden ve görgüsüzlükten alan sözde kanaat önderleri toplumun gözünde sahte bir karizma inşa ederek adeta “saygı” makamına oturtulmuştur. Yeni dönemin bu sembol isimleri, değerlerini bilgiden, görgüden veya ahlaktan değil; paradan, kara paradan ve gösterişten alan yapay figürlerdir. İronik olan ise bu kendini bilmezlerin ve sahte kanaat önderlerinin sosyal medyada beğeni yağmuruna tutulmasıdır. Böylece toplum, kendi yozlaşmasını alkışlar hâle gelmiş; beğeni, yeni bir meşruiyet ölçütü olarak yerini almıştır. Narsizm, artık sadece bireysel bir ruhsal bozukluk değil, toplumsal bir gösteri normu hâline gelmiştir.
Peki, bu toplumsal narsizm salgınından bir kurtuluş mümkün mü?
Ne yazık ki tablo oldukça karamsardır; hastalık, toplumun en temel değerlerini bile sarmış ve ileri bir evreye ulaşmıştır. Bireyler artık kendilerini başkalarının beğenisi üzerinden tanımlamakta, sosyal statü ve gösteriş öncelikli bir yaşam biçimi hâline gelmiştir. Ancak çıkış tamamen imkânsız değildir. Toplumsal farkındalığın artırılması, eleştirel düşüncenin teşvik edilmesi ve değerlerin yeniden tanımlanması, zamanla bu narsistik baskının etkilerini azaltabilir. Kurtuluş, yalnızca bireylerin kendi egolarını sorgulamasıyla değil, aynı zamanda toplumsal norm ve ritüellerin yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olabilir. Düğünlerden festivallere kadar tüm gösteri kültürünü, birlik ve dayanışma duygusunu güçlendiren, paylaşım ve anlamı ön plana çıkaran bir çerçeveye taşımak, toplumun narsistik sarhoşluktan uyanışını sağlayacak kritik bir adım olabilir.
Toplumların en güçlü silahı, istemediği bir durumu topluca protesto etmektir. Günümüzde toplumu patolojik bir narsizm batağına sürükleyen aşırı gösterişli düğünlere katılmamak, artık yalnızca bir tercih değil; vicdani ve ahlaki bir sorumluluk hâline gelmiştir. Bu sorumluluk, toplumun tüm katmanlarına yayılmalıdır: Şehrin yöneticilerinden en alt kademedeki bireylere kadar herkes, düğünlere katılmayarak bu protesto zincirini güçlendirmelidir. Katılımın reddi, yalnızca bireysel bir duruş değil, aynı zamanda toplumsal normları sorgulayan ve yeniden şekillendiren bir eylem olarak anlam kazanır. Böylece gösteriş ve narsistik tüketim kültürü karşısında, toplumun kendi değerlerini koruma ve sağlıklı bir ritüel anlayışı inşa etme imkânı doğar.