Yüksekova Güncel
2025-05-19 12:34:02

Uzak – VIII (Uzak)

Tahir Duman

t.duman30@hotmail.com 19 Mayıs 2025, 12:34

Polis otomobillerini o zamanlar seviyordum. Gördüğüm diğer otomobillerden farklı tek özellikleri üzerlerindeki şekillerdi.Ön kapılarındaki sekiz köşeli yıldız, yıldızın ortasındaki Türk bayrağı, kaputundaki POLİS yazısı ve tepesindeki mavi renklisireni ile sevimli görünen, maketlerin büyümüş hali gibi duran, etek kısımları siyaha boyanmış beyaz otomobillerdi. 

Ali hocam Hayat Bilgisi dersinde öğretmişti. Toplumdaki huzur ortamının koruyucusuydu polisler. Düdükleri, şapkaları ve sevimli otomobilleri vardı polislerin. Çarşıda ve mahallelerde çok nadir görüyordum bu sevimli otomobilleri. Zaten şehirde bunlardan birkaç tane vardı. 

Sekiz köşeli yıldız bir de polis şapkalarında bulunuyordu. Tepesi düz polis şapkasının siperliği üzerinde yer alıyordu bu yıldız. Çarşıda karşıma çıkan polisleri başlarındaki bu yıldızlışapkadan tanıyordum. Polisler komşumuz Heyder ‘e de vermişlerdi bu yıldızlı şapkalardan birini. Bir de düdük vermişlerdi. Heyder, başında sekiz köşe yıldızlı polis şapkası, ağzında her an çalmaya hazır olduğu düdüğü ile çarşıdaki araç trafiğini kontrol ediyordu. Kendine özgü tavrıyla çarşının asayişi Heyder’den soruluyordu. Asayişi sağlarken sık sık şu sözleri tekrarlıyordu.

— Hey arabacı, çek arabanı ordan.

— Heyder’sin gelirsın, gidersın.

— Arabayı ordan çekersın. 

Bunu dediği an, çarşının bekçisi  Heyder’i tanıyan herkes arabasını hemen çeker Heyder’le uğraşmak istemezdi. Yanından geçenler bazen takılmak, bazen de onu sinir etmek için; 

— Sen polis misin, o şapkandaki ay ve yıldız nedir Heyder? derlerdi.

Heyder, bir eliyle gökyüzünü işaret ederek;

— Ay da yıldız da gökyüzündedir ve oradan inip alnımın ortasında duruyorlar. diye cevaplardı. 

Herkesin birbirini tanıdığı bu uzak şehrin küçük çarşısının neşesiydi Heyder. Araba sahiplerinin, polislerin, memurların verdiği küçük harçlıklarla geçinirdi. Başındaki polis şapkası ve düdüğü onu öylesine sorumluluk sahibi yapmıştı ki; küçük büyük bütün kavgaların ayırıcısı olup bazen arada yanlışlıkladayak yediği bile olurdu. Herkesten, her şeyden sıkıldığı an kenara çekilir, kaldırımın kenarına oturur, bir sigara sarar  “Ne haliniz varsa görün. ” der ve ardından sinkaflı bir küfür ederdi. 

Yüksekova'nın huzuru yaşadığı son dönemlerdi. Bölgedengelen haberler hiç de iç açıcı değildi. Yaklaşmakta olan bir huzursuzluk hali millet arsında konuşuluyordu. Yakın bir zamanda kara bulutlar şehrin üzerine çökecek ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 

***

Dağların, daha büyük dağların, daha da büyük dağların ardına düşürülmüş uzak bir şehirdi burası. Tarihin çağları arasında sıkışmış, zaman kıskacında kendisi olma sancısıyla kıvranıp duran, hükümranlık kabul etmeyen, hiçbir istilaya geçit vermeyen bir coğrafya olan burası; binlerce yıldır çocuk kalmıştı. 

Korkuya, acıya, özleme alışıktı bu dağlar. Kaçak tütüne, kaçakçılara, eşkıyaya, sürgünlere alışıktı. Tanrı yazgısını böyle hüküm buyurmuştu. Binlerce yıl bu yazgıyı yaşadı. Ama bu sefer durum çok farklıydı. Uzak köylerden şehre doğru göçler başlamıştı ve bu bir domino etkisi yaratmıştı. Şimdi şehir bambaşka bir yazgıya evirilmenin arifesindeydi.

Dağlardaki hayat bitiyor, Dağların içinden gelen insanlar şehre yerleşiyorlardı. Gözlerinde korku, endişe ve hasret vardı. Dağların arasında sıkışmış bu ova artık eskisi gibi şen ve mutlu değildi. 

Şehrin sokaklarında kamyonetler, traktör römorklarının sırtındaki eşyalar, çocuklar, kadınlar, erkekler... 

Şehrin sokaklarında ürkek bakışlı çocuk gözleri... 

Ovanın birçok yerinde tek katlı, pencereleri naylonlu briket evler...

Ovada, Esentepe’de, Kışla Tepesi’nin bitişiğindeki tepelerde tek katlı, pencereleri naylonlu briket evler türemeye başlamıştı. Kısa zaman içinde sayıları oldukça artacaktı. Derme çatma yapılan bu evlere köylerden apar topar gelen kalabalık aileler yerleşiyordu. Ev bulamayanlar akrabalarının yanına yerleşiyorlar ya da bir yolunu bulup diğer şehirlere göç ediyorlardı.

Köyden amcaoğullarım gelmişti. Dırbaz, Adil, Ramazan, Murat, Lokman, Sami ve Nevzat.  Aylarca bizde misafir olarak kaldılar. Konuşmalarından köyün artık güvenilir bir yer olmadığı anlaşılıyordu. Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Eski güven ve huzur kalmamıştı köyde. Sıkıntılı oldukları her hallerinden belliydi. Gündüzleri çarşıda kahveci iskemlelerinde otururlar, akşam üzeri eve dönerler, bazen hüzünlü bazen keyifli sohbetler ederlerdi. Bir süre sonra inşaatlarda iş bulup çalışmaya başladılar. 

Kısa bir zaman içinde amcaoğullarım gibi bir sürü kişiyi çarşıda görmeye başladım. Çarşının her tarafını iyi bilen bir boyacıydım. Ama Yüksekova çarşısı eskisi gibi değildi artık. Her köşeden tanımadığım, daha önce hiç görmediğim insanlar çıkıyordu karşıma. Hiçbirisinin ayakkabısını boyayamadım. Boyatmıyorlardı. Kısa bir süre içinde çarşıdaki kalabalık oldukça fazlalaşmıştı. Tanımadığım çocuk boyacıların sayısı günden güne artıyordu. Eski sakin çarşı artık hareketliydi. 

Sokaklar, kaldırımlar, dükkanlar eskisi gibi değildi. İnsanlar gruplar halinde toplanıp uzun uzun konuşuyorlardı. Hallerinden memnun olmadıkları yüzlerinden belliydi. Göç için hiçbir zaman hazır olmayan şehir, tarihinin en büyük göçünü almıştı kısa bir sürede. 

***

Heyder’i çarşıda bir kaldırıma otururken görüyordum ara sıra. Başında sekiz köşe yıldızlı polis şapkası ve ağzında düdüğü yoktu. Çarşıdaki asayiş ondan sorulmuyordu artık. Onun da zaten kimseye karışacak mecali kalmamıştı. Çocukluğundan beri Geçirdiği ataklar esnasında yine burnu üzerine düşmüş ve eğri olan burnu daha da eğrilmişti. Son zamanlarda bu ataklar sıklaşacak, birkaç gün sonra yine bir atak geçirip burnu üzerine düşüp bir daha kalkamayacaktı Haydar. 

Haydar’ın bu hüzünlü gidişi beraberinde başka birçok gidişi de getirecekti. Sevimli polis otomobilleri, polis şapkaları, düdükler, bir şehrin çocukluğu ve benim çocukluğum..

İyice kalabalıklaşan çarşıda dolaşırken yıldızlı polis otomobillerini artık göremiyordum. Bir daha hiç görmeyecektim de. O masum, sevimli otomobiller gitmiş yerine nefti ve gri renkli, kocaman ve korkunç araçlargelmişti. O günlerde gördüğüm o korkunç araçlar içimde birkorku simgesi olarak yer edinecekti. Dördü bir tarafta, dördü diğer tarafta sekiz kocaman lastiği olan, korkunç görünümlü demir yığını o araçlar artık çocukluğumun bittiğinin simgesi olacaktı. 

Bundan sonra korku hakim olacaktı şehrin dört bir yanına. Koca lastikli araçlar şehrin her tarafını gece gündüz demedenkolaçan edeceklerdi. Bir şehir, bir çocuk, korkuyla tanışacak ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.