Hukuk"u yaşamlarının can damarı olarak gören "âkil insan"ların oluşturduğu toplumlara sahip gelişmiş, büyük ulus devletler her gün daha da çok güçlenerek varlıklarını refah içinde devam ettiriyorlar. II. Dünya savaşından yenik çıkmış Japonya"yı düşünün, Almanya"yı düşünün. Yerle bir olmuş kentleriyle, ölen milyonlarca insanıyla bu ülkeleri bir düşünün.
Bu ülkelerin 50 yıl sonra, yani bugün dimdik ayakta olduklarını görüyorsak, "âkil insan"larından oluşan toplumun "hukuk"u rehber edinip kanlarına, iliklerine işlemeleri ile, bunu hayatlarının her alanına sokmaları ile mümkün olduğunu görmemiz, hakikatı anlamamız için yeterli olacaktır.
Peki Türkiye "hukuk"un neresinde?
Hatırlayacağınız üzere bu ülkenin çeteler çeşitliliğinde Susurluk Çetesi olarak bilinen yapılanmanın, bir kamyon-trafik kazasıyla ortaya çıktığını tesadüfen(!) öğrenmiştik. Ülkeyi yöneten dönemin en üst düzey siyasi aktörü olayı "fasa fiso" olarak değerlendirmiş, başucu kitabı olması gereken Anayasal metnin 2. maddesindeki "hukuk" yine unutulmuştu. Hatta daha sonra yeri gelmiş bu anayasal metin Başbakanın ve Cumhurbaşkanının birbirlerine fırlatmasıyla ülke derin bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa ve kaos"a sürüklendirilmişti.
Oysa anayasada Türkiye Cumhuriyeti devletinin ..bir hukuk devleti.. olduğu ifade edilir. İşte, "hukuk"un anayasada kağıt üzerinde kalması ile, bugün içinde bulunduğumuz, anlaşılmaz kirli ilişkilerin medyada, yargıda, iş dünyasında; kısaca ülkenin her kurumunda nasıl yer edindiğinin çok önemli sebeplerinden birini hiç tartışmıyoruz hatta hatırlamıyoruz.
Susurluk kazasında kaybolan çok önemli/çok gizli çantanın akîbeti hâla öğrenilemedi. Yıllardır bu işin içinden bir türlü çıkılamadığının ve başucu kitap olan anayasa"nın, temel taşı olan "hukuk"un nasıl alaşağı edildiğinin, "hukuk"la nasıl dalga geçildiğinin maalesef güzel bir örneği karşımızda; hemen her kirli yapılanmanın içinde bulunan Sami Hoştan, Ergenekon"un 51. duruşmasında mahkeme başkanına içi boş bir çanta verdi. Abdullah Çatlı"nın Susurluk kazasında kaybolan çantası.. olarak bu boş çantayı mahkemeye sunan Hoştan"ın, çok aleni olarak yargıyla, hukukla nasıl "taşak" geçtiğini sanırım anlıyorsunuz.
Ülkenin geçmişinde "hukuk"un böyle alaşağı edildiği örnekleri çoğaltmak maalesef mümkün.
Görüyorsunuz ki, bu bir "hukuk"i krizdir. "Hukuk"un alaşağı edilmesi, çiğnenmesidir. Maalesef bu çirkin durum, ülkede "hukuk"un üstünlüğü ilkesinin sadece kağıt üstünde kaldığının ve göz göre göre nasıl da yok sayıldığının bariz bir örneğidir.
Onun için; büyük, gelişmiş ülke olmayı istemek, aç ve üşüyen insanlarına makarna ve kömür dağıtmakla, su şebekesi dahi olmayan evlere çamaşır makinesi vermekle olmuyor.
O halde, ne yapmalıyız?
Şimdi bir daha bakın Almanya"ya, Japonya"ya
Ölen milyonlarca insanını, neredeyse yok olmuş ülkelerini bir daha hatırlayın. Ve 50 yıl sonra, yani bugün geldikleri noktayla karşılaştırın. "Âkil insan"larının hukuku rehber edinmeleriyle, hukuku yaşamlarının her alanına sokmalarıyla bugün dünyada her anlamda bulundukları pozisyonları düşünün.
Almanya"daki, Japonya"daki sıradan her insanın âkil insan profiline ulaşmak için neler yaptıklarını bir düşünün. Bir de hukuklarının, başucu kitaplarında kalmaması için nasıl daha çok hayatlarına aktarabilmenin hesaplarını düşünün.
Sakın ha, "Âkil insan"larımızın olmasını beklemeyin, "âkil insan"larımızın olup da bize hukuk getirmesini beklemeyin. "Âkil insan" olmak sizin elinizde. "Hukuk"u rehber edinmek ve bunu hayatınızın her alanına sokmak sizin elinizde.
Bırakınız "hukuk"a inanmak istemeyenler, boş çantalarla "hukuk"u dize getirmeye çalışsın.
Onun için, biraz geniş düşünün, biraz hukuku düşünün. Düşünmekle yetinmeyin; hukuku arzu edin, isteyin. Çünkü, büyük ülke olmanın yolu "hukuk"u istemekten ve onu doğru uygulamaktan geçiyor.
Hukuk"un egemen olduğu bir ülke, bir ütopya olmasa gerek.
Ya sizce?