Yüksekova Güncel
2008-04-12 15:57:00

Yıldızlar Ülkesine Yolculuk

Ayhan Geverî

ayhangeveri@gmail.com 12 Nisan 2008, 15:57

Tekrar yavaşça bankoya yaklaşıp iki saattir beklediğimiz Van otobüsünün ne zaman geleceğini ve ne zaman hareket edeceğini sordum bankoda bekleyen ve yolcuların şikayetlerinden bunalmış adama... Yolcuların stresini bu yaz sıcağında az da olsa azaltabilmek için yazıhane yetkilileri yolculara soğuk su ve kola ikram etmeye başladılar. Bense adama “Allah"a nasıl hesap vereceksiniz?” dedikten sonra, çantamdaki kitaplardan birini aldım ve adamın karşısına geçip ayakta okumaya başlayacaktım yeni çıkan bu kitabı.

Kitabı açtım, ilk sayfaları ve yazarının bana ithafen “hediyemdir.” dediği Kürtçe yazının olduğu sayfayı da çevirdiğimde kitabın ilk bölümünün başlığı belirdi: “Rê”.“Rê” Kürtçe"de “yol” demekti ve ben 30 (evet tam otuz) saatlik bir yola/yolculuğa çıkacakken, yazar “Bihuşta Lal” kitabının ilk bölümüyle beni eski yolculuklarına yolladı. Yollarına yol arkadaşı kıldı. Eski otobüslerin Mardin-Derik-Kızıltepe ve Diyarbakır yolculuklarını yazarın çocukluğundan okumaya dalmışken, iki saatten fazla beklediğimiz otobüs gelmiş, nihayet hareket etmiş ve ben cama kafayı dayayıp hem yazarın yolculuğuna yol alıyordum hem de “Yıldızlar Ülkesi” olan ülkeme... Boğaz Köprüsü"ne gelmeden hikayeyi bitirmiş ama bu defa da içimde içten içe bir yolculuğa çıkmaya başlamıştım. Tam Boğaz"dayken, tam can boğazdayken sorduğum soru aklımda tekrar vucud buldu: “Hangisi senin ülken, terk ettiğin mi yoksa varacağın mı?” Bu sorunun cevabı yoktu bende ama hep aynı duygu hakimdi bende bu şehir terk ettiğimde: Birine vardığımda diğerini özlüyordum. Oysa denizi olan bu şehirden ülkemin tek denizinin (Behra Wanê) olduğu şehre akıyordum. Ama İstanbul"un ayrılık acısı koyuyordu adama. Daha ellerini gerdanından çekmeden hasreti seni çekiyordu kendine...

Sınırların olmadığı ve trafik levhalarının dahi aynı (aynı değil tek) dille yazıldığı şehirlerden geçerken birden ikliminin “öte” kıldığı, ayırdığı Serhed"e varmıştık bu kadar yorgunluk ve arkamdaki koltukta oturan kadının hepsinin de yaşlarının birbirine yakın olduğu çocuklarının (beş çocuk) yaptığı gürültüye rağmen... Aslında beni en çok rahatsız eden şey çocukların gürültüsünden ziyade kadının bu kadar gürültüye rağmen olan sessizliğiydi. Belki de anne olmanın verdiği ağırlık ve vakardı bu kadar gürültüye karşın bu kadar sessizlik...

Erzurum"u geçtikten sonra mola verdiğimiz yerde abdest aldığımda ayaklarımın hareketsizlikten şiştiğini ve sol ayak tabanının kanamış olduğunu fark ettim. Bütün bu olanlara bir de yapılan yol çalışmaları da ekleniyordu ki zaten uzun olan yolumuzu daha da uzatıyordu. Ama, Van Gölü"nü görmeye başladığımda ve sahil boyunca uzanan o nefis manzaralı yolda seyrettikçe stranlarımızın sözleri ve sırlarını daha iyi anlıyordum: “Welatê me beheşt e.” Bilmem Beheşta Lal kitabının yazarı da benim gözlerimle mi görüyordu bu iklimi?

 

Günbatımı üzereyken İstanbul"u geride bırakmıştık ve şimdi de Van Gölü"nde günbatımı vaktiydi. Ve neredeyse bir yolculukta dünyanın en harika iki zamanına şahitlik ediyordum: Zira günbatımının en güzel seyredildiği iki yer vardı: İstanbul Boğazı ve Van Gölü.

 

Yollar insanı sadece bir yerden bir yere götürmez, sürüklemez... Yolculuklar aynı zamanda insanı imkanlara da akıtır çoğu zaman. Günbatımının en güzel iki halini gördükten sonra şimdi de yeni bir yolculuğa adım atacaktım. Zira artık havanın iyice karardığı Van"dan Hakkari"ye akacaktık. Yani yeni bir imkana… Yıldızlar Ülkesi denmişse Hakkari bu ülkenin başşehridir ki dünyada yıldızlar Hakkari"de oldukları kadar hiçbir yerde yüz milyonlarca değildir. Hiçbir yerde Hakkari"deki gibi kocaman görünmez ay...

 

Hakkari"ye doğru yol aldığımızda başımı camdan çıkarıp adeta dışarıyı içime çekercesine göğe ve yıldızlara bakıyordum. Yanımdaki yolcu “ne o İstanbul"da yıldız yok mu?” dedikten sonra kendi sorusuna cevap verircesine ilave etti: “Evet bu kadar fazla ve güzel görünmezler.”

 

Başkale"ye yaklaşıyorken yüksek dağlardan ayın daha yükseğinde olduğumuzu ayın bile adeta ayaklarımızın altında olduğunu fark ettiğimde Yıldızlar Ülkesi"nin aynı zamanda kopkoyu bir karanlığa gark olduğunu da fark ettim. Yıldızlardan gayrı hiçbir şey görünmüyordu bu yaz gecesinde, eğer ki karakolların ve askeri birliklerin parlak lambalarının ışıklarını saymazsak… Ama bu ışıklar sadece yerde ışık kirliliği yaratıyordu oysa gök yeni yaratılmış gibiydi.. Karanlık ve karalık vardı sadece... Zaten bu kadar karanlık olmasaydı yıldızlar bu kadar net görünür müydü? En küçük yıldızın bile ayırt edilebileceği kadar muhteşem bu çümbüşte samanyolu bile karadaki herhangi bir yol kadar belirgindi. Aslında yol yorgunluğu ile düşünecek halde değilken, ayaklarımızın altındaymışçasına aşağılara düşmüş ay, bana Yusuf"a secde etmek için yere kapanan yıldızlar, ay ve güneşin yüzyıllar önceki halini hatırlatıyordu. Acaba Yusuf"un kaybolduğu Ken"an burası mıydı? İstanbul"u özlemeye başlamışken Yıldızlar Ülkesi"nin de Yusuflarının tahta çıkacakları anların da yıldızlarca özlendiğini bilmeye başladım...

 

            Ayhan Geverî

        ayhangeveri@gmail.com

     İstanbul-Van-Hakkari arası

            Temmuz 2006

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.